Reşat Kutucular

Reşat Kutucular

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

On üç yaşıma kadar Köprü’de yaşadım. Venüs Apartmanı‘nda. Girişiyle, balkonlarıyla, asansörüyle, ön ve arka bahçesiyle etkileyici bir binaydı Venüs. Asıl güzeli komşuluk üst düzeydeydi. Herkesin kapısı herkese açıktı.
Diğer çocuklarla birlikte 8 mm’lik Şarlo ve Laurel&Hardy filmlerini seyrettiğimiz akşamlar çok keyifli geçerdi. Oltayla topan kefal, lidaki, isparoz avlamak gibi lükslerimiz de vardı. Şanslı çocuklardık.
Hakimiyeti Milliye’ye Özel Türk’ün duvarının dibinden yürüyerek gider ve dönerdik. Rahmetli Şehzane Öktem’in öğrencisiydim. İlkokul arkadaşlarımızın bir kısmıyla hala görüşüyor olmamız o günlerde temellerin sağlam atıldığının işareti olsa gerek.
Mithatpaşa’da benim için diğer unutulmaz noktalar Gözümoğlu Sineması ile Göztepe Kulübü binasıydı. Yaz akşamlarında Gözümoğlu’na izin koparmak için az mı uğraştık. Kulüp binasına ilk kez 69 yılında optimist kursu için girmiştim. Sonra kursu yarım bıraktım ama Göztepelilik bugünlere kadar devam etti. Geçenlerde internette denk geldiğim optimist günlerinden kalma bir fotoğraf bu yazıyı tetikledi.
Bu aralar eskiyi hatırlayan hatırlayana, hatırlatan hatırlatana. Facebook’ta bir ayda patlama yapan Alsancak grubu gibi bir de “Gençliğini Karantina, Göztepe, Güzelyalı’da Geçirenler” grubu var. Orada da müthiş paylaşımlar oluyor.
Mithatpaşa Caddesi’nin yakın tarihi kolektif bir şekilde yeniden kayda geçiyor adeta. O günlerin küçük hikayeleri anlatılıyor, vefat etmiş olanlar anılıyor, kenarda köşede kalmış fotoğraflar paylaşılıyor. Her mesaj bir şeyler kıpırdatıyor insanın içinde. O günlerin seslerini duyar, kokularını hatırlar gibi oluyorsunuz.
Yazanlar o kadar heyecanlı ki “yaşlar ilerdi, o yüzden bu eskiye dönüş” demek olayı fazla hafife almak olur. Belli ki basitliğe, sadeliğe, içtenliğe duyulan bir özlem var... Bugünün yaşam iklimine de kent dokusuna da tepki var... Galiba o zamanlar “masumduk hepimiz”... Her şey çok daha doğaldı... Yoksa o günlere kıyasla bugün hemen her konuda daha fazla “konfor” sahibiyiz. Her şeye çok daha kolay ulaşıyoruz. Ama belli ki bu kolaylıklar bizde bir şeyleri eksik bırakmış, bırakıyor.
“Yonca pastanesini hatırlayanlar?” diye soruyor bir arkadaş. “Eski esnaftan şu anda kalanlar kimler?” diye lafa giriyor birisi. Köşk sinemasının karşısındaki Nail Bakkal yerinde duruyor mu diyor... Cevap geliyor: “Evet, sabah 08:00 de dükkanı açıyor, önce camları siliyor, sonra yan taraftaki çiçeklere su veriyor, daha sonra kuşlara yem koyuyor dükkanın önüne... Yüksek Ticaret Okulu Diplomasının tarihine bir daha gider isem bakacağım.”
Başka? “Altınkan Eczanesi... Kırtasiyeci Hüseyin Amca’nın dükkanı, oğlu işletiyor...”
“Rahmetli kör Kadri...” diye bir mesaj geliyor. Sonra “hatırladınız mı? Kemeraltı’nın girişinde, çakmaklara benzin satar idi” diyerek “beyaaaz benzin beyaaaz” diye bağıran Hafız’ı hatırlatıyorlar. Otuzun üzerinde mesaj geliyor sonra aynı konuda... Ben de “dondurma kaymaaaak” diyerek o güzel dondurma arabasını Karataş’tan Göztepe’ye iterek götüren beyaz önlüklü Şemsi (ya da Şemsettin) Efendi’yi hatırlıyorum tabii o an. Ne de olsa çocukluk kahramanlarımdan birisi kendisi...
Akıp gidiyor mesajlar. Ne detaylar, ne kareler. Mutlaka kitaplaşmalı bu mesajlar. Güzel anılar biriktirmişiz. Şanslı çocuklarmışız.