Dış politikada anketin yeri

18 Eylül 2010

Uluslararası düşünce kuruluşu “German Marshall Fund”un (GMF) dünkü yazımızda değerlendirdiğimiz anket sonuçları eğer Türk dış politikasına yansıyacak olsa, Türkiye’nin dünyadaki yeri bugünkünden çok farklı olur.
Bu kamuoyu araştırmasındaki bulgulara göre, Türkiye’nin ABD’den, NATO’dan ve AB’den -yani Batı’dan- tamamen uzaklaşması, Ortadoğu’ya yönelmesi ve daha çok kendi başına hareket etmesi gerekir.
Bu, şimdiye kadar (son dönem dahil) Türk hükümetlerinin izlediği politikalarda çok köklü bir değişikliğin veya sapmanın yer alması anlamını taşır.
GMF’nin anketinde belli başlı dış politika konularında sorulan sorulara, kamuoyunun verdiği yanıtlar, (genelde bu tür anketlerde hep olduğu gibi) daha çok tepkisel ve duygusal bir nitelik taşıyor. Unutmamak gerekir ki, kamuoyunun dış meselelerde bilgisi sınırlı veya kıttır. Buna karşılık belirli konularda kökleşmiş fikirler ve önyargılar vardır. Bütün bu faktörler aşırıya kaçan eğilimlerin ortaya çıkmasına yol açar.
Oysa devlet politikası akılcı ve gerçekçi olmak durumundadır. Dış politikayı yürütenler, kararlarını ve davranışlarını sağlıklı bilgilere ve rasyonel değerlendirmelere göre ayarlamak sorumluluğunu taşırlar...

Uysa da

Yazının Devamı

Türk kamuoyunda eksen kayması var

17 Eylül 2010

Uluslararası düşünce kuruluşu “German Marshall Fund”un (GMF) yeni yayımlanan “Transatlantik Eğilimler” raporunun önsözünde şu satırlar yer alıyor: “Türk kamuoyu, araştırmanın yapıldığı diğer ülkelerden her zaman farklı görüşte olmuştur. Bu yılki sonuçlar özellikle çarpıcıdır ve Türkiye’nin son dönemdeki dış politika yönüne ışık tutmaktadır...”
Rapordaki bulgular, Türk kamuoyunda Batı’dan uzaklaşma ve Ortadoğu’ya yakınlaşma yönündeki eğilimin giderek güçlenmekte olduğunu ortaya koyuyor.
Geçmiş yıllarla mukayese edildiğinde, genel trend veya gidişat, bir “eksen kayması” yönünde kendini belli ediyor. Devlet olarak Türkiye’nin dış politikasında fiilen bir eksen kayması olmayabilir; ama rapordaki bulgulara göre, kamuoyunda böyle bir eğilim var.
* * *
Türkiye çapında yapılan kamuoyu araştırmasındaki rakamlar, çarpıcı bir tablo sergiliyor.
Türkiye’nin hangi ülkelerle en yakın işbirliği yapması gerektiği konusunda halkın yüzde 20’si Ortadoğu’yu tercih ediyor, yüzde 13’ü AB’yi, yüzde 6’sı ABD’yi seçiyor.
AB üyeliğine olumlu bakanların oranı yüzde 38 civarında (2004’te yüzde 78 idi). Bu üyeliğin gerçekleşebileceğine inananların sayısı ise yüzde 26’dan ibaret.

Yazının Devamı

“Evet” AB ile neyi değiştirecek?

15 Eylül 2010

Avrupa Birliği’nden Türkiye’deki referandum sonucu üzerine gelen olumlu tepkiler, AB ile ilişkileri pratikte nasıl etkileyecek? AB bundan böyle Türkiye ile müzakereler sürecini hızlandıracak ve Türkiye’nin tam üyeliği konusunda daha net bir tavır alacak mı?
Referandum sonucu, özellikle Avrupa camiasında çok olumlu karşılandı. AB Komisyonu’ndan Avrupa Parlamentosu’na, hükümetlerden farklı eğilimli partilere kadar, çok geniş ve etkin kesimle, anayasa değişikliği için sandıktan çıkan “evet” kararını alkışladılar.
AB adına konuşan pek çok yetkili bu sonucun üyelik yolunda atılan önemli bir adım olduğunu ve sonuçta bunun Türkiye’yi birliğe daha yakınlaştıracağını söylediler.
Kuşkusuz Brüksel’de böyle olumlu bir havanın esmesi çok sevindirici. AB işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış bunun katılım müzakereleri sürecine yansıyacağı ve bu sürecin hızlanacağı kanısında. Birçok Avrupalı analist de bu umudu paylaşıyor.

Yeterli sayılmıyor
Ne var ki, bu hava bizi katılım müzakerelerinin seyri ve AB’nin Türkiye’ye karşı genel tavrı konusunda, fazla bir iyimserliğe götürmemeli.

Yazının Devamı

Dünya “Evet”ten memnun, ama...

14 Eylül 2010

Demokrasilerde yasal düzenlemeler üzerinde yapılan referandumlar genelde uluslararası camiada pek ilgi görmez.
Oysa Türkiye’de anayasa değişikliği için düzenlenen halk oylaması, dış dünyada yakından izlendi.
Bu, Türkiye’nin “yükselen bir güç” olarak Batı’da olsun, Doğu’da olsun, hemen hemen her olayı ile yabancı ülkelerin dikkatini çektiğini gösteriyor.
Referandumu Türkiye’nin demokratik gelişmesi açısından önemseyenler var tabii. Ancak genelde dışarıdaki ilginin esas nedeni, bu referandumun bugünkü iktidar ve özellikle Başbakan Erdoğan için bir siyasal güç testi olarak görülmesidir.
Demokratik süreç açısından referandumun sonucu, genelde dış dünyada olumlu karşılanıyor. AB’den ve ABD’den gelen tepkiler, bunun göstergesi.
AB adına konuşan komisyon üyesi Stefan Fule, referandum sonucunu, AB’nin kriterleri doğrultusunda atılan önemli bir adım olarak nitelendirdi. Ancak Fule’nin ifadesiyle AB Komisyonu bu gelişmeden memnunluk duymakla beraber, referandumda kabul edilen anayasa değişikliklerinin uygulanmasını “çok yakından izleyecek.” Fule, aynı zamanda hükümetin yeni bir anayasa için yeni adımlar atması ve muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşlarıyla bir diyalog ve

Yazının Devamı

Dış politikada zor günler geliyor

11 Eylül 2010

Son birkaç hafta dış politikada nispi bir sükunet hâkim oldu. Bunun bir nedeni Türkiye’nin referandum “sathı mailine” girmesi, bütün dikkatlerin iç siyaset üzerinde odaklanması. O kadar ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dahi, partisinin halk oylaması kampanyasına vakit ayırmak ve dolaştığı illerde konuşmalar yapmak durumunda kaldı.
Diğer bir neden ise, uluslararası siyasi faaliyetin tatil ayı olan ağustosta yavaşlamasıdır.
Şimdi bu hareketsizlik dönemi sona ermek üzere. Uluslararası siyaset çarkı önümüzdeki günlerden itibaren dönmeye başlayacak. Türkiye’yi yakından ilgilendiren birçok sorun gündeme gelecek.
Eylülün ortasından itibaren Türk diplomasisini yoğun biçimde meşgul edecek bir dizi olay var:
Bu ayın başında Türkiye BM Güvenlik Konseyi’nin başkanlık koltuğuna oturdu.
Ay sonuna doğru Genel Kurul yeni dönem çalışmalarına başlıyor. Bu arada Güvenlik Konseyi, birçok tartışmalı konuyu ele alacak. Ayrıca toplantılar için New York’a gidecek olan Cumhurbaşkanı Gül’ün başkanlığında Konsey, uluslararası terör konusunu tartışacak...
Bu Türkiye’nin küresel rolünü sergilemesi için güzel bir fırsat. Ancak önümüzdeki günlerde Türk diplomasisinin daha zor meseleler de bekliyor.

Yazının Devamı

Çılgın papaz durdurulmalı

10 Eylül 2010

ABD’de bir kasaba papazının yarın girişmeyi planladığı bir çılgınlık, bütün dünyayı ateşe verecek nitelikte...
Terry Jones adındaki Floridalı rahip, Kuran-ı Kerim’i yakma niyetini gerçekleştirirse, İslam âlemi -tam da Ramazan Bayramı’nın ortasında- ayağa kalkacak, ABD ve Batı dünyası sert protestolara ve şiddet eylemlerine hedef olacak.
Bu olayın önlenememesi halinde Danimarka’da 5 yıl önce patlak veren “karikatür krizi”nden daha vahim sonuçlara yol açması tehlikesi var.
Peki, birdenbire bu çılgın papaz nereden çıktı ve ne yapmaya uğraşıyor?
Terry Jones, Florida eyaletinin Gainesville kasabasında topu topu 50 kişilik bir cemaati bulunan bağımsız bir kilisenin rahibi.
58 yaşındaki aşırı Evangelist görüşlere sahip olduğu ve zaman zaman İslam’a karşı konuşmalar yaptığı biliniyor.
Çok yakın bir zamana kadar kimsenin tanımadığı bu papaz, geçen hafta “İslam Şeytandır” ibaresini taşıyan tişörtler dağıtmakla ve 11 Eylül’de kilisenin önünde Kuran-ı Kerim kitaplarını yakacağını ilan etmekle aniden bütün ABD’nin ve dünyanın dikkatini çekti.

Yazının Devamı

“Bye-Bye” Belçika!

8 Eylül 2010

Bundan 4 yıl önce Belçika’nın Fransızca yayın yapan RTBF televizyonunda sunucu Philippe Dutilleul, “Bye-Bye Belgium” başlıklı bir program yayınladığı zaman, seyirciler büyük şok geçirmişti. Program sanal olarak Flaman bölgesinin bağımsızlık ilanını, Brüksel’de ulusal bayrağın resmi binalardan indirilişini, Kral 2. Albert’in ülkeyi terk edişini, kısaca “Belçika’nın ölümünü” gösteriyordu...
2006’da, Felemenk dilini konuşan ve ülke nüfusunun yüzde 60’ını oluşturan Flamanlar arasında ayrılıkçı rüzgârların esmesi, Fransızca konuşan Valonların korkulu rüyası idi. O günlerde, Valonlar Belçika’nın birlik ve bütünlüğüne sahip çıkıyor, Flaman milliyetçilerinin bölücü eğilimlerine şiddetle karşı çıkıyordu...
Aradan geçen kısa zamanda Belçika’da Flamanların bu duyguları daha da kabardı. Flaman politikacılar, ülkenin federal yapısının ötesinde, kendi bölgeleri için çok daha geniş bir otonomi talep etti, bazısı da halkın gönlünde yatan bağımsızlık isteğini açıkça dile getirdi.
Flamanlarla Valonlar arasındaki bu ayrışma, geçen haziranda yapılan seçimlerden sonra, özellikle yeni bir hükümet kurma sürecinde kendisini iyice belli etti. Seçimlerden Flaman cephesinde daha güçlü çıkan milliyetçi

Yazının Devamı

Ateşkes ve sonrası

7 Eylül 2010

İspanya’daki ayrılıkçı örgüt ETA’nın ateşkes kararı, bu ülkede terörün son bulmasının ve Bask sorununun çözüme kavuşmasının yolunu açacak mı?
İlk bakışta ETA’nın kendi deyişiyle “silahlı eylemlere devam etmeme kararı” rahatlatıcı ve umut verici bir gelişme olarak görünebilir. Ancak Madrid’deki resmi çevrelerde bir dizi soru ile ifade edilen ciddi kuşkular, bu umutları gölgeliyor.
Terör örgütünün ilan ettiği ateşkesin bir zaman limiti var mı? Geçici mi, kalıcı mı?..
ETA, hükümetin istediği gibi, silahsızlanmaya ve şiddetten vazgeçmeye razı oluyor mu?..
Örgütün bu kararının arkasında gizli emeller var mı?..
Bu şüpheler, hükümetin, ETA’nın tek yanlı ateşkes kararı karşısında ihtiyatlı, hatta isteksiz davranmasına yol açıyor. Resmi çevrelerin bu şüpheci tutumunda ETA’nın bundan önce iki kez (1998’de ve 2006’da) ilan ettiği ateşkesin çok kısa ömürlü olmasının da önemli payı var.
ETA’nın bu seferki ateşkes açıklamasına Madrid’deki resmi ağızların ilk tepkisi, bu güvensizliği açıkça yansıtıyor. İçişleri Bakanı A.P. Rubalcaba’ya göre, ayrılıkçı örgütün kararı “yetersiz” ve bu koşullar altında hükümetin onunla diyalog kurması imkânsız...

Yazının Devamı