Sınır ötesi yakın “komşu”

4 Eylül 2010

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Bosna-Hersek ziyaretinin ilk gününde Saraybosna’daki parlamentoda yaptığı konuşmada “Türkiye, ortak sınırı olsun veya olmasın, Balkanlar’daki bütün ülkeleri komşusu olarak görmektedir” dedi.
Bu tanıma göre Bosna-Hersek’i sınır ötesi bir komşumuz olarak kabul edebiliriz. Hem de, tarihi, kültürel ve hissi bağlarla bağlı yakın bir komşu...
Bosna-Hersek’in Türkiye’nin Balkan politikasında özel bir yeri var. Türkiye 1990’larda bu ülkedeki kanlı olayları büyük bir dikkatle izlemiş, iç savaşın sona ermesi için harcanan çabaları desteklemiştir.
Türk diplomasisi son zamanlarda Bosna-Hersek’te çok hassas dengelere dayalı barışın ve istikrarın devam etmesi ve başta Sırbistan olmak üzere komşularıyla ilişkilerinin normalleşmesi için, bir dizi girişimde bulunmuştur. Bunlardan en sonuncusu, geçen nisanda Cumhurbaşkanı Gül’ün başkanlığında İstanbul’da gerçekleşen üçlü Balkan zirvesidir.
Türkiye’nin Bosna-Hersek’e ve genelde Balkanlara gösterdiği ilginin nedeni, Gül’ün Bosna-Hersek Parlamentosu’ndaki konuşmasının şu satırlarında bulabiliriz: “Avrupa’nın kıyısında değil, merkezinde yer alan, çatışma ve husumet değil, dostluk, uyum ve işbirliği kavramlarıyla

Yazının Devamı

Zoraki zirve

3 Eylül 2010

ABD diplomasisinin aylarca süren çabalarından sonra, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Filistin Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas, dün nihayet Washington’da yüz yüze “direkt görüşmeler”e başladılar.
Ortadoğu’da barışı sağlamayı kariyerinin en önemli hedeflerinden biri sayan Başkan Barack Obama’nın baskıları ile gerçekleşen bu buluşmayı bir nevi “zoraki zirve” olarak nitelemek mümkün.
Gerçekten iki lider de, Obama’nın zorlaması sonucunda müzakere masasına oturmaya razı oldu.
Ne var ki, pek hevesli ve iyimser olmasalar da, “Bibi” (Netanyahu) ile Abu Mazen’in (Abbas) yeni bir müzakere sürecini başlatmaları, önemli bir gelişme.
Obama’nın önceki gün Beyaz Saray’daki konuşmasında belirttiği gibi, bu kaçırılmaması gereken bir fırsat, çünkü ilerde bir daha böyle bir fırsat çıkmayabilir...
Kuşkusuz iki tarafın da bu fırsatı iyi değerlendirmesi, “risk” almakta, yani “ödün” vermekte gösterecekleri irade ve cesarete bağlı. Bir de tabii, kendi halklarının, çözüm (yani barış) için gösterecekleri isteğe...

Yazının Devamı

Pakistan’a yardım: Çok az, çok geç...

28 Ağustos 2010

Pakistan sel felaketinden bir ay sonra, hâlâ ardı arkası kesilmeyen Muson yağmurlarının ve su baskınlarının yıkıcı etkileriyle boğuşuyor.
Sind ve Pencap eyaletlerinde evsiz barksız kalan 20 milyon insan için hayatta kalma mücadelesi tarif edilemez sıkıntılar ve acılarla devam ediyor.
Pakistan tarihinin bu en büyük sel felaketinde ölenlerin sayısı 1600’ü geçiyor. Milyonlarca insan aç susuz. Üç milyon çocuk hastalığa yakalanmak tehlikesiyle karşı karşıya...
Maddi zararın haddi hesabı yok. Pakistan makamları 40 milyar dolar zarardan söz ediyorlar. Yıkılan evler, sular altındaki tarlalarda mahvolan tarım ürünleri ve sularda boğulan hayvanlar, bu hesaba dahil...

Acil yardım mekanizması
Pakistan bu büyük felaketin altından nasıl kalkacak?

Yazının Devamı

“Kırmızı Kitap” tartışması

27 Ağustos 2010

Önümüzdeki ekim ayında Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ele alınacak olan “Ulusal Güvenlik Siyaset Belgesi” ile ilgili basına sızan haberler, yurtiçinde ve dışında büyük ilgi gördü.
Henüz kesinleşmemekle beraber, sızan bilgilere bakılırsa, hazırlanmakta olan yeni “Kırmızı Kitap”, Türkiye’nin ulusal stratejisinde, bundan önceki dönemlere kıyasla, köklü değişiklikleri kapsıyor. Yeni strateji konsepti özellikle yakın komşuları (Rusya, Yunanistan, İran ve Irak’ı) “öncelikli tehdit” kapsamından çıkarıyor.
- Ulusal güvenlik stratejilerinin zamanla değişikliğe uğraması doğal. Bunu bütün ülkeler yapıyor.
Türkiye’nin Soğuk Savaş’ta ve onu hemen izleyen yıllarda benimsediği “tehdit algılaması”, kuşkusuz o dönemin şartlarının zorunlu sonucuydu. Son zamanlarda dünyadaki ve bölgemizdeki koşullarda olduğu gibi. Türk dış politikasında da önemli değişiklikler oldu. Eskiden “düşman” sayılan komşu ülkeler (başta Rusya) artık “dost” olarak kabul ediliyor.
Dolayısıyla yeni ulusal güvenlik stratejisi de bu yeni anlayışa göre ayarlanıyor.

“Kırmızı Çizgi”nin sonu mu?

Yazının Devamı

Neyin başlangıcı?

25 Ağustos 2010

“Bu sadece bir başlangıç...” İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad hafta sonunda İran’ın ilk insansız bombardıman uçağının deneme uçuşu vesilesiyle yaptığı konuşmada böyle dedi.
Gerçekten İran son günlerde birbiri ardından yeni silahlarını teşhir etti.
Bu “askeri şov”un en göz kamaştırıcı sahnesi, kuşkusuz Ahmedinecad’ın da hazır bulunduğu pilotsuz bombardıman uçağının törenle uçurulması oldu. “Kerrer” (Vurucu) adı verilen bu uçağın menzili 1000 kilometre. Uçak bomba veya füze taşıyabiliyor.
İran böylece dünyada çok az ülkenin sahip olduğu bu silahı üretebilecek duruma geldiğini göstermiş oldu.
İran aynı günlerde başka yeni silahlarını da sergiledi. Bunlardan biri, 1500 kilometre menzilli “Kıyam” füzesi. Böylece İran ordusu yerli malı uzun menzilli füze envanterini zenginleştirmiş oluyor.
Bu şovdaki diğer bir yenilik de, “Saraç” ve “Zülfikar” adlı iki hücum bot. Bu sürat tekneleri İran’ın denizaltı üretimine ekleniyor.

Yazının Devamı

ABD ile işler nasıl düzelir?

24 Ağustos 2010

Geçen hafta ABD Temsilciler Meclisi’nden İstanbul’a gelen bir heyetin mensuplarıyla yaptığımız sohbet, Kongre’nin Türkiye’ye bakışı konusunda oldukça karamsar bir tablo serdi gözlerimizin önüne...
Demokrat bir temsilcinin yardımcısı, halen Kongre’de esen havanın “mart tezkeresi” dönemini anımsattığını ve “Türkiye’nin bir müttefik olarak güvenilirliğinin sorgulandığını” belirtti. Onun deyişiyle “Bu ortamda Kongre’nin, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde İran’la ilgili yaptırım karar tasarısına karşı oy kullanmasının şokunu atması kolay olmayacak...”
Diğer bir Demokrat da, İran’ın yanı sıra Erdoğan Hükümeti’nin bir süreden beri İsrail’e karşı “sistematik şekilde” izlediği politikanın da Kongre’de kuşku ve kaygı yarattığını söyledi ve “Türkiye Meclis’te birçok dostunu kaybetti” dedi...
Bu sözler, ABD Kongresi’nin Türk dış politikasını ne şekilde algıladığını göstermesi bakımından kaygı verici. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin Kongre’de kredibilitesi bir hayli düşmüş durumda. Bu ise Türkiye ile ilgili bir müzakere veya karar noktasına gelindiğinde, ciddi bir pürüz yaratabilecek bir faktör...

Yönetim cephesi
Başkan Obama’nın Başbakan Erdoğan’a iki ay önceki görüşmesinde, bu

Yazının Devamı

Türkiye için ne değişir?

21 Ağustos 2010

Irak’taki ABD muharip güçlerinin çekilmesi, Türkiye açısından ne anlama gelir? Bu yeni durum neyi değiştirir?
Önce şunu hatırlatalım: Dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi, Amerikan muharip güçlerinin Irak’ı terk etmesiyle bu ülkedeki ABD’nin askeri varlığı sona ermiyor. Elli bin küsur Amerikan askeri 2011’in sonuna kadar Irak ordusunu ve polisini yetiştirmek için bu ülkede kalacak. Kaldı ki, o tarihten sonra da ABD’nin Irak’ta sadece askeri değil, siyasi, ekonomik varlığı ve nüfuzu da devam edecek...
Bu durumda Irak’taki yeni durumun Türkiye açısından kısa vadede fazla bir değişiklik yaratması beklenmiyor.
Türkiye’nin Irak politikasında önemsediği hususlar, bu ülkenin hele işgalin sona ermesinden sonra toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin korunması (yani bölünmemesi), şiddet ve terörün son bulması ve siyasi istikrarın sağlanmasıdır.
Yeni durumda bu koşullar gerçekleşebilecek mi? Amerikan muharip güçlerinin ayrılmasının psikolojik bir etki yapması ve militan grupların eylemlerini arttırma yönünde cesaretlerini arttırması olasılığı var.
Eğer böyle bir şiddet ortamı içinde Sünni- Şii çatışmalarının yanı sıra bir de Arap-Kürt kavgası başlarsa, bu gerçekten Irak’ı daha da ciddi

Yazının Devamı

Son ‘savaşçı’ ayrılırken

20 Ağustos 2010

Dün sabah saat 6’da, Irak’taki ABD muharip güçlerinin son askerleri, bu ülkeden çekildi. Güvenlik nedeniyle 6.30’da yapılan açıklamada, 440 askeri personeli taşıyan son konvoyun, komşu Kuveyt’e geçtiği bildirildi.
Böylece Başkan Obama’nın geçen yılın başlarında ilan ettiği “çıkış stratejisine” göre Amerikan muharip güçleri 7 yıllık bir işgalden sonra, belirlenen tarihten yaklaşık iki hafta önce geri çekilme operasyonunu tamamlamış oldu.
ABD televizyonları dün son Amerikan askerlerinin Irak’ı terk ediş görüntülerini yayınlarken bu olayı “Irak Savaşı’nın sonu” olarak nitelendirdiler.
Bu gerçekten öyle mi?
“Çekil kurtul” anlayışıyla hareket eden ABD için bu bir ölçüde doğru olabilir. Yani Irak’ta muharip -yeni savaşan- bir güç kalmadığına göre, savaş bitmiş sayılabilir. Ama, bu ABD’nin Irak’ta askeri varlığı son buluyor demek değildir. Geride 56 bin asker kalıyor ki, bunların geri çekilmesi ancak 2011’in sonunda gerçekleşecek. Bunların 50 bini, Irak’ın yeni oluşmakta olan Irak ordusunu ve polisini yetiştirecek...
Evet, bir bakıma Amerikalılar için savaş bitmiş sayılır. Dolayısıyla ABD’de -özellikle kamuoyunda- büyük bir rahatlama var.

Yazının Devamı