Geçen hafta PKK’nın Aktütün Karakolu’na karşı giriştiği saldırıdan sonra çeşitli çevrelerde yapılan değerlendirmelerde Kuzey Irak’taki terörist odaklarını ortadan kaldırmaya yönelik iki farklı seçenek üzerinde duruldu.
Bunlardan biri, “askeri opsiyon”dur. Bu görüşe göre, PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığı ancak kapsamlı askeri operasyonlarla sonlandırılabilir. Bu arada gerekirse teröristlere yataklık yapan veya göz yuman bölgesel güçler de bir şekilde cezalandırılmalı ve tavırlarını değiştirmeye zorlanmalı...
İkinci seçenek “diplomatik çözüm”dür. Bu görüşe göre, bu aşamada bütün diplomatik olanaklar zorlanarak özellikle ABD, merkezi Irak hükümeti ve Kuzey Irak bölgesel yönetiminin fiilen bu savaşta Türkiye’ye beklenen desteği vermesi sağlanmalıdır.
Aslında bu ikinci yol, daha önce denendi. Kısmen uygulanan birinci seçeneğe (yani sınır ötesi hava ve kara operasyonlarına) paralel olarak, tüm ilgili tarafların devreye girmesine çalışıldı. ABD ile istihbarat, Bağdat hükümetiyle stratejik işbirliği alanında bazı adımlar atıldı. Bölgesel Kürt yönetimiyle de direkt temas gerçekleştirildi.
Ancak bunların ne kadar yetersiz kaldığı, son saldırıda belli oldu.
Ankara’nın tercihi
PKK’nın Kuzey Irak’tan yönlendirdiği saldırıları önlemek için “ne yapmalı” sorusuna verilen yanıtlardan biri de, sınır boyunca Irak toprakları içinde bir “tampon bölge”nin kurulması yönündedir.
Böyle bir tampon bölgenin terör eylemlerini sonlandırmayı ve PKK’nın kökünü kurutmayı ne ölçüde sağlayacağını tartışmadan önce, bunun “kurulmasının mümkün olup olmadığını” sormak gerek.
Konuyu değerlendirirken, diğer ülkelerin deneyimlerine ve uluslararası uygulamalara bakmakta yarar var.
Genelde tampon bölgeler iki şekilde kuruluyor: Birincisi aynı sınırı paylaşan ülkelerin kendi mutabakatı ile veya uluslararası bir karar veya anlaşma ile (BM çerçevesinde) kurulan tampon bölge... İkincisi ise, kendisini tehdit altında hisseden ülkelerin, düşman grupların üslendiği bir komşu ülkenin topraklarında, “tek yanlı” bir müdahale ile oluşturduğu tampon bölge...
Dünyadan örnekler
Birinci kategorideki tampon bölgenin meşruiyeti ve egemenlik haklarına
KÜRESEL mali kriz daha nereye kadar gidecek ve nelere yol açacak? Amerika'dan Avrupa'ya ve Uzakdoğu'ya kadar bütün dünyada şu sırada merak ve kaygı ile sorulan bu soruya kesin bir yanıt verebilecek kimse yok.
Kimine göre, küresel ekonomik ve sosyal çöküntünün henüz başındayız; dolayısıyla önümüzde daha karanlık günler -hatta aylar- beklenebilir...
Kimine göre ise, birçok ülkede alınan zecri mali önlemler sayesinde belirli bir toparlanma olabilir ama, artık ok yaydan çıkmıştır; dolayısıyla bu krizin yarattığı sarsıntı dünyadaki ekonomik ve siyasal düzenin değişmesine yol açacaktır...
Bu hengâmede "Daha önce de ABD'de ve Asya ülkelerinde ciddi mali ve ekonomik krizler yaşandı, ama hepsi gelip geçti" diyenler de var, ama açıkçası "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" diye düşünenler çoğunlukta...
ABD fazla yayıldı
Aralarında Amerikalıların da bulunduğu birçok düşünür ve stratejist, bu krizin dünyadaki güç
BİR kuvvet komutanının “Biz bu savaşı kazanamayız” dediği pek duyulmamıştır. Bu bakımdan, Afganistan’daki İngiliz güçlerinin komutanı General Mark Carleton-Smith’in geçen pazar günü “Sunday Times” gazetesine verdiği demeçte söyledikleri, bir bomba etkisi yapmıştır.
Komutana göre, Afganistan’da müttefik güçlerin Taliban’a karşı giriştiği savaşın askeri bir zaferle sonuçlanması olanaksız. Dolayısıyla şimdi amaç, Taliban’ın stratejik bir tehdit oluşturmasını önlemek ve bu amaçla Afgan ordusunun başarılı olmasını sağlamaktır.
İngiliz generalinin bir başka önemli tespiti de şudur: Güvenliği sağlamanın bir başka yolu da, Afganların Taliban ile anlaşmasıdır. Eğer Taliban masaya oturmaya hazırsa, bu olanağı kullanmak ve bundan da rahatsız olmamak gerek.
İlk bakışta şok etkisi yaratacak sözler bunlar. Ama açıkçası tepkiler öyle değil. Ne İngiltere’de, ne NATO’da, ne BM’de...
Yeni bir süreç mi?
Afganistan’daki NATO güçleri (ISAF)’ın sözcüsü
PKK’nın Aktütün Sınır Karakolu’na karşı giriştiği menfur saldırının zamanlaması ve amaçları hakkında çeşitli tahminler yapılabilir, ancak konunun üzerinde durulması gereken bir de dış boyutu var.
Bu saldırının terörle mücadelede ABD ile özellikle istihbarat alanında işbirliğinin yapıldığı, Bağdat’taki merkezi Irak hükümetiyle yakınlaşma sağlandığı ve Kuzey Irak’taki yerel yönetimle yeni bir açılıma gidildiği bir ortamda düzenlenmiş olması, düşündürücüdür.
PKK’nın son terör eylemiyle güttüğü hedeflerden birinin de bu işbirliğine ve TSK’nın operasyonlarına rağmen Kuzey Irak’ta varlığını sürdürebildiğini göstermek, aynı zamanda da Türkiye ile ABD’yi ve Irak’ı karşı karşıya getirmek olduğu apaçık.
Oysa Türkiye, Kuzey Irak’ın PKK saldırıları için bir sıçrama tahtası olmamasını sağlamak için son yıllarda çok çaba harcamış ve bu yönde belirli bir mesafe kat etmiş görünüyordu. Nitekim kurulan diplomatik altyapı sayesinde,
ABD’de ve dünyada milyonlarca insanın TV ekranlarından izlediği iki Amerikan başkan yardımcısı adayının 90 dakikalık tartışmasının sürprizi, Cumhuriyetçi aday Sarah Palin’in, hiç beklenmeyen performansı oldu.
Bu, Alaska Valisi Bayan Palin’in bu TV karşılaşmasında, Demokrat rakibi Senatör Joseph R. Biden’i yendiği anlamına gelmiyor tabii. Tartışma programından sonra yapılan anketler, Senatör’e daha çok puan veriyor.
Ama Sarah Palin bu karşılaşmada, gerçekten tahminlerin üstünde bir başarı gösterdi. Oysa kendisini destekleyen Cumhuriyetçiler dahi, bir fiyaskodan endişeliydiler. Politikada acemi sayılan Palin, seçim kampanyasındaki demeçlerinde birtakım gaflar yapmış, dış politikadan ve ekonomiden fazla anlamadığı izlenimini vermişti.
Dün (bizim saatle sabaha karşı) düzenlenen TV karşılaşmasında, genç Alaskalı kadın siyasetçi, bu izlenimi silen bir imaj yaratmasını bildi. Belli ki, danışmanlarının yardımıyla, ev ödevine iyi çalıştı, kameranın karşısına kendinden emin, enerjik ve halktan yana bir başkan yardımcısı adayı olarak
BUGÜN öncelikle ABD, ama genel olarak bütün dünya için de kritik bir gün...
ABD Temsilciler Meclisi, geçen pazartesi günü reddettiği “kurtarma planı” ile ilgili son kararını bugün verecek.
Kongre’nin kararı ile “kurtarılması” planlanan şey, sadece Wall Street’te batma noktasına gelen dev bazı finans şirketleri ve onların kâğıtlarına para yatıranlar değil, aynı zamanda Amerikan ekonomisi ve hatta Amerikan kapitalist sistemi...
Kısacası, ABD ekonomisinin ve önemli ölçüde ona bağlı olan küresel ekonomik düzenin kaderini Temsilciler Meclisi’ndeki oylar belirleyecek.
“Hayır”dan “evet”e...
Bu kez Meclis’ten “evet” çıkması olasılığı büyük.
Mali krizin şiddetle sarstığı ABD’de Temsilciler Meclisi şimdi önceki gün reddedilen ekonomiyi “kurtarma planı”nı kurtarma çabasında...
Meclis bu hafta içinde, rötuşlanmış olarak yeniden gündeme getirilecek olan yardım önerisini kabul ederse, ne ala. Aksi halde ABD’yi -ve dünyayı- ekonomik bir felaket ve karanlık bir dönem bekliyor.
Wall Street’te ve dünya borsalarında halen yaşanmakta olan panik ve güvensizlik, durumun vahametini gösteriyor.
Bu gidişata son verilmesi, büyük ölçüde ABD Kongresi’nin yeni “kurtarma” girişimi konusunda alacağı karara bağlı.
Önceki gün sadece 13 oy farkıyla planı reddeden Temsilciler Meclisi’nin bu kez, ekonominin çöküntünün eşiğine gelmesi karşısında, daha sorumlu hareket edip yeni öneriye yeşil ışık yakması bekleniyor.
Neden karşı çıktılar?