GÜRCİSTAN’da silahların susmasından bir ay sonra, kriz farklı boyutlarla devam ediyor.
Temelde bu kriz Batı ile Rusya’yı karşı karşıya getirmiş durumda. Sürtüşme Gürcistan üzerinde odaklanmakla beraber, mücadele alanı Kafkasya-Karadeniz havzasını da kapsıyor.
Rusya Güney Osetya’ya anında gerçekleştirdiği müdahale sayesinde, bugün askeri ve siyasi nüfuzunu bölgede pekiştirmiş bulunuyor. Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü bozmuş da sayılsa, G. Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığının Rusya tarafından tanınması ve her iki yeni “devlet”te güçlü bir Rus askeri varlığının bulunması, Moskova’ya belirli bir avantaj sağlıyor.
Buna mukabil Batı, bir yandan Rusya’yı karşısına almak pahasına yoğun baskı altında tutarken, diğer yandan Gürcistan’ın geri kalan kısmını Moskova’ya kaptırmamak için Kafkasya-Karadeniz eksenini etkin biçimde kontrol etme çabasında...
AB-NATO çatlağı
Batı, Gürcistan’daki savaş sırasında, Rusya’ya karşı tutumunda belirli bir birlik gösterdi.
Türkiye’de dış politika konusunda yapılan kamuoyu araştırmaları, halkın genel eğiliminin çoğu kez Ankara’nın izlediği politikalara ters düştüğünü gösteriyor. Son yapılan geniş kapsamlı bir araştırma da, bu tespiti doğruluyor.
ABD’deki düşünce kuruluşlarından “Alman Marshall Fon” (GMF)’nin Türkiye’yi de içine alan “Transatlantik Eğilimler” başlıklı kamuoyu araştırmasından çıkan en çarpıcı sonuç, Türk halkının geniş kesiminin -daha önceki yıllarda yapılan benzer anketlerin gösterdiği gibi- “Türkün Türkten başka dostu yok” inancına sahip olduğu ve yabancı ülkelere (müttefikler dahil) pek güveni veya sempatisi bulunmadığıdır.
Örneğin GMF’nin “termometre”sine göre, Türk halkı ABD’ye çok “soğuk” bakıyor. Bunun derecesi, 100 üzerinden sadece 14... Bu rakam AB için 33. Rusya için 18. İsrail için 8...
Farklı duygular
Bu seferki anketten çıkan en ilginç sonuç, Türk halkının geniş bir
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün bugün Erivan’a milli maç vesilesiyle gerçekleştireceği ziyaretle ilgili yapılacak en önemli temenni, bu ekspres gezinin herhangi bir taşkınlık olmadan, düzenli ve sakin geçmesidir.
Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın bu futbol karşılaşmasına Türkiye Cumhurbaşkanı’nı davet etmesinin, Gül’ün de bunu kabul etmesinin amacı, iki ülke arasında, belki de ilişkilerde yeni bir süreç başlatabilecek bir temas kurmaktır.
Maç vesilesiyle böyle bir buluşmanın ilk kez gerçekleşmesi dahi, kendi başına önemli bir gelişme.
Tabii bu, resmi bir ziyaret değil. Ama iki cumhurbaşkanının, dışişleri bakanlarıyla birlikte, kısa bir görüşme için dahi olsa, bir araya gelmesi, “donmuş” meselelerin ele alınması ve birlikte bir çözüm arayışı egzersizinin başlaması için, önemli bir fırsat.
Erivan’dan ileride başlayabilecek bir süreç için bir “start” işareti çıkması önemli bir başarı sayılacaktır.
Değişen ne?
FRANSIZLARDAN uzun zamandır Türkiye hakkında bu kadar olumlu ve övücü sözler duymamıştık. Hele Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’den...
Dün Şam’daki “İstikrar İçin Diyalog” zirvesi vesilesiyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya gelen Fransız lideri, şöyle konuştu: “Türkler müthiş bir iş çıkardı... Bu girişimi nedeniyle bütün Avrupa Türkiye’ye minnettardır”...
Sarkozy bu beklenmedik iltifatı, zirveden sonra düzenlenen ortak basın toplantısında, Türkiye’nin Suriye ile İsrail arasında geçen mayısta başlattığı arabuluculuk faaliyetinden söz ederken yaptı.
Sarko bu kadarla da yetinmedi, bundan sonraki süreçte Türkiye’ye “daha çok ihtiyaç duyulacağını” da belirtti...
İnsanın “Ha şunu bileydin” diyeceği geliyor! Başbakan Erdoğan başta olmak üzere Türk yetkilileri ve diplomatları ne kadar zamandır Fransızlara -ve onların tavrını paylaşan diğer Avrupalılara- Avrupa’nın Türkiye’ye, bölgedeki müstesna konumu ve rolü nedeniyle, çok
YILLARDAN beri görmeye alıştığımız görüntü dün tekrar TV ekranlarına yansıdı: Kıbrıs Türk ve Rum liderleri, BM temsilcisinin Lefkoşa’daki ikametgâhında bir araya geliyorlar, kapalı kapıların arkasındaki görüşmelerinden sonra, gazetecilerin karşısında samimi pozlar vererek çözüm konusundaki iyi niyetlerini ve umutlarını dile getiriyorlar...
“Biz bu filmi daha önce (hem de çok) görmüştük” dedirtecek bir manzara...
Bu kez, Mehmet Ali Talat ile Dimitris Hristofyas’ın, BM gözetiminde yaptığı bu görüşme, “yeni bir sürecin” başlangıcı.
Bu, Kıbrıs sorununda 30 küsur yıldır çeşitli aralıklarla gerçekleşen “yeni müzakere süreçleri”nin ilki değil tabii. Ama “sonuncusu” olabilir açıkçası...
Eğer dünkü toplantı ile başlayan yeni süreçte, Talat ile Hristofyas anlaşamazsa, müzakereler tıkanıp kesilirse, artık bir “yeni süreç” daha olmayabilir.
Bu bakımdan bu süreç, son şanstır...
ÖNÜMÜZDEKİ 24 saat içinde beklenmedik bir pürüz çıkmadığı takdirde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, milli maç vesilesiyle Erivan gezisini gerçekleştireceği artık kesin görünüyor.
Daha açık bir deyişle, Çankaya -ve hükümet- Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın bir süre önce bu konuda yaptığı daveti kabul etme kararını almış durumda.
Ancak bunun tam olarak kesinleşmesi ve resmen ilan edilmesi için, maçın yapılacağı 6 Eylül tarihine yakın bir günün gelmesi ve bu arada son hazırlıkların tamamlanması bekleniyor.
Bu bağlamda Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ünal Çeviköz bugün Erivan’da olacak ve üst düzey Ermeni yetkilileriyle gerek güvenlik ve protokol, gerekse de Gül ile Sarkisyan arasında yapılacak görüşmelerin çerçevesiyle ilgili temaslar yapacak.
Aslında bu gezinin güvenlik boyutu, her şeyin üstünde bir önem taşıyor. On binlerce kişinin böyle bir maç için stadyumda toplandığı bir ortamda, birkaç
AVRUPA Birliği’nin Kafkasya kriziyle ilgili dünkü olağanüstü zirve toplantısı öncesinde Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in yaptığı konuşma, Moskova’nın yeni dış politikasının ana hatlarını ortaya koydu.
Medvedev bu politikanın ana prensiplerini beş maddede topladı: 1) Uluslararası hukuka saygı. 2) ABD’nin tek kutuplu dünyadaki hâkimiyetine karşı çıkma. 3) Diğer ülkelerle dostluk ilişkilerini geliştirme. 4) Dışarıdaki Rus vatandaşlarını ve Rusya’nın ekonomik çıkarlarını koruma. 5) Dünyanın belirli bölgelerinde kendi ilgi alanlarını oluşturma...
Bu esaslar aslında, SSCB’nin dağılmasından sonra, Rusya Federasyonu’nun -Yeltsin döneminde- benimsediği “yakın coğrafya” (near abroad) doktrininin kapsamını genişletiyor.
Nitekim Medvedev’in söylediklerine bakılırsa, Rusya’nın “sadece kendi etrafındaki bölgelerde değil”, diğer yerlerde de çıkarları vardır ve dolayısıyla oralar da kendi ilgi ve nüfuz alanı içinde sayılır...
Ayrıca Rusya artık ABD “tek kutuplu dünya” düzenini de kabul
Rusya, Gürcistan’a karşı müdahalesinin birinci raundunu -askeri alanda- kazandı. Ancak şimdi başlayan ve uluslararası boyutlar alan ikinci rauntta -diplomatik alanda- Moskova’nın aynı başarıyı göstereceği şüpheli.
Rusya ilk rauntta, Gürcistan lideri Saakaşvili’nin verdiği fırsatı yakalayarak, önceden hazırladığı planı uygulamaya koydu, hızla Gürcü ordusunu nakavt etti, G. Osetya ve Abhazya’yı kendi kanatları altına aldı ve Tiflis’i çaresiz bıraktı. Rusya bu vesileyle Batı’ya da, arka bahçesi saydığı bölgeleri kendi nüfuz alanı içinde tutmak için her şeyi yapabileceği mesajını verdi.
Rusya’nın askeri gücüyle bölgede yarattığı oldubittiden sonra şimdi siyasi ve diplomatik aşamaya giriliyor ki, bu alanda Batının şimdiden inisiyatifi ele aldığı, Moskova’nın ise zorlandığı görülüyor.
Batı ne yapabilir?
Batı’nın bu alanda Rusya’yı köşeye sıkıştırmak için birtakım olanakları var. Ancak fiilen yapabilecekleri de sınırsız değil.
Bir kere, Batı, Rusya’nın beklenmedik, süratli askeri