ULUSLARARASI uyuşmazlıklarda tarafların çözüm aramak amacıyla masaya oturmaları için “şartların olgunlaşması” gerekir.
Bu şartlardan biri, uzlaşmak için bir “motivasyon” olması, yani çözümsüzlüğün artık iyi çözüm olmadığı inancının yer almasıdır.
Diğer önemli bir faktör de, aynı dönemde işbaşında bulunan liderlerin, statükoyu sürdürmek yerine uzlaşarak meseleleri halletme iradesini ve cesaretini göstermeleridir.
İsrail ile Suriye’nin, Türkiye’nin gözetiminde, “dolaylı” görüşmeleri başlatması, bu koşulların oluşmakta olduğunu gösteriyor.
Gerçi bu şartların varlığı, uzlaşma girişimlerinin mutlaka başarıya ulaşacağını garantilemez. Diğer birçok meselede olduğu gibi, Arap-İsrail anlaşmazlıklarında da, umutla başlayan görüşme süreçlerinin hüsranlı bittiğini biliyoruz. Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ile Başbakan Ehud Barak arasında 2000 yılında yapılan görüşmeler de öyle olmamış mıydı?
Ancak bu kez, Türkiye’nin de aktif
BEKLENEN “gizli randevu” dün resmen açıklandı. Türk diplomasisinin yoğun çabaları sonucunda, İsrail ile Suriye temsilcileri Türkiye’ye geldiler ve “dolaylı görüşme” sürecine start verdiler...
Bununla ilgili hazırlıklar bir süreden beri “sessiz ve derinden” yapılıyordu. Geçen cuma günkü yazımızda şunları yazmıştık: “İsrail’in Golan’dan çekilebileceğini bildirmesinden sonra, Türkiye’nin aracılığıyla, ciddi bir müzakere sürecine girilmesi olasılığı yüksek. Bu yönde bazı gelişmeler bekleniyor. Türkiyenin ev sahipliği yapacağı İsrail-Suriye “dolaylı görüşmeleri”nin yakında başlaması planlanıyor”...
Dün, Ankara, Kudüs ve Şam’da, eşzamanlı olarak, Türkiye’nin gözetiminde, Suriye ve İsrail temsilcileri arasında “dolaylı görüşmeler”in başlamış olduğu açıklandı. Bu arada İsrail ve Suriye, görüşmeleri “ciddi ve sürekli bir şekilde” yürütmek niyetinde olduklarını belirttiler.
Böylece bir yıl
Geçen mart ayında AKP’ye karşı kapatma davası açılacağı bildirildiği zaman, ilk dış tepki AB’den -sert ifadelerle- geldi. AB Komisyonu yetkilileri, bu kararı eleştirirken, bunun gerçekleşmesi halinde, Türkiye ile müzakere sürecinin askıya alınabileceğini dahi söylediler.
AB’nin aksine, ABD’den ilk tepkiler daha geç ve daha ihtiyatlı sözcüklerle dillendirildi. Amerikan yetkilileri, demokrasilerde bu tür meselelerin mahkemede değil, parlamentoda halledildiğini belirttiler.
Türkiye’de kapatma davasıyla ilgili tartışmalar kızışırken, AB ile ABD’nin tepkilerinde yaklaşım ve üslup açısından farklar daha net olarak ortaya çıktı. O zaman “AB-ABD farkı” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi, bu fark bir yandan AB’nin demokratik kriter ve ilkelere bağlılığından, diğer yandan da ABD’nin dış ilişkilerindeki pragmatik yaklaşımından kaynaklanıyordu.
Daha sonraki tepkilerde bazı değişiklikler görüldü: AB yavaş yavaş demokrasinin yanı sıra, Türkiye’de laikliğin önemini not etmeye başladı. Buna karşılık ABD
Myanmar’daki (Birmanya’daki) kasırga felaketinin en dramatik yanı, ölü sayısının yüz bine doğru tırmanmasının ve evsiz kalanların 2.5 milyonu bulmasının yanı sıra, ülkeyi yöneten askeri cuntanın dışarıdan gelebilecek her türlü yardıma kapılarını kapalı tutmasıdır.
Bu nedenle, bu dehşet verici doğal afetin etkilediği bölgeye zamanında yeterli kurtarma malzemesi ve yardım ekipleri sevk edilemedi. Halen felaketten iki hafta sonra, yüz binlerce insan açlık, susuzluk, hastalık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.
Bu vahim durumun sorumluluğu, ülkeyi dünyadan koparan ve “her şeyi biz kendimiz hallederiz” zihniyetiyle yöneten, Birmanyalı cuntaya ait.
Neyse ki, askeri yönetim, nihayet dün, kısmen de olsa, kapılarını dış yardıma açabileceğinin ilk işaretini verdi. Generaller ASEAN adıyla anılan Güneydoğu Asya Milletler Topluluğu’nun felaket bölgesine sağlık ekipleri gönderme önerisini kabul ettiler. Gerçi bu, “çok geç kalmış, çok sınırlı” bir karar. Uluslararası camia (ve özellikle ABD, Fransa, İngiltere gibi
Biri Myanmar (eski adıyla Birmanya veya Burma), diğeri Çin olmak üzere, iki Asya ülkesinde meydana gelen dehşet verici doğal afetlerin bilançosu, henüz tam olarak kesinleşmedi. Ama anlaşılan, Myanmar’daki kasırgada ölenlerin sayısı 100 bini, Çin’deki depremde hayatını kaybedenlerin sayısı da 50 bini bulacak. Her iki ülkede de yüzbinlerce yaralı var. Evsiz barksız kalanların sayısı ise milyonları buluyor...
Myanmar ile Çin’in ortak yanı, değişik türden de olsa, yakın tarihlerinin en korkunç doğal afetlerinden biri ile karşılaşmış olmalarıdır.
Ama aralarındaki fark, uğradıkları felaketler karşısındaki davranışları ve bunun temelindeki zihniyetleridir.
Bu fark, ibret verici derslerle dolu...
Kapalı kutu
Korkunç tayfun Myanmar’ı 2 hafta önce -3 Mayıs’ta- vurduğu zaman, ülkenin askeri yönetimi bu felaketin boyutlarını -her konuda olduğu gibi- gizli tutmaya ve küçümsemeye çalıştı.
KİMİNE göre bu Başkan Bush’un Ortadoğu’ya “veda” ziyareti... Kimine göre ise Filistin meselesini halletmek için Beyaz Saray’dan ayrılmadan önceki “son çabası”... Bazılarına göre de, Bush’un bu beş günlük Ortadoğu turnesi, bölge için bir şeyler yaptığını kanıtlamaya yönelik bir “şov”...
“Sebebi ziyaret” ne olursa olsun, Başkan George W. Bush’un bölgeye 5 ay içinde ikinci kez gelmesi ilginç bir gelişme. Bu Cumhuriyetçi Başkan’ın, Demokrat selefinin aksine, Arap-İsrail uyuşmazlığına karşı ilgisiz tavrını giderayak değiştirdiğini gösteriyor.
Ama biraz geç olmadı mı? Eğer bu gezinin amacı “veda” veya “şov” değil de, gerçekten tarafları uzlaştırmak ise, bir hayli geç kalındı...
Bush’un bu turnesi, bölgede şartların belki de en elverişsiz olduğu bir zamana rastlıyor: Annapolis barış süreci tıkanmış durumda... Filistin’in iki cenahı (Gazze ile Batı Şeria) birbirinden kopuk... Hamas ile İsrail arasında gerginlik had safhada... Lübnan’da
İNGİLTERE Kraliçesi 2. Elizabeth’in bu yıl boyunca dış ülkelere yapacağı iki resmi ziyaretin birini -ve birincisini- Türkiye’ye ayırmış olması İngiliz diplomasisinin ülkemize verdiği önemi bir kez daha ortaya koyuyor.
Britanya’nın Türkiye’ye bu özel ilgisinin nedenlerinin işaretlerini, Kraliçe’nin önceki gece Çankaya Köşkü’nde yaptığı konuşmada bulmak mümkün.
Aslında bu konuşma, bir süreden beri Birleşik Krallık’ın Türkiye konusunda şekillendirdiği stratejinin ana unsurlarını içeriyor.
Bu bakımdan Kraliçe’nin sözleri, Türkiye’ye olduğu kadar Avrupa’ya ve dünyaya yönelik anlamlı mesajlarla dolu...
İlk bakışta Kraliçe’nin yaptığı bu tür ziyaretlerin sembolik veya protokoler bir nitelik taşıdığı izlenimi edinilse bile, bu gezilerin zamanlaması ve konuşmaların içeriği, siyasal bir anlam taşır.
Nitekim, BBC’nin Kraliyet muhabiri Peter Hunt, Majestelerin Türkiye gezisiyle ilgili değerlendirmesinde, şu ifadeyi kullandı: “Bu kısmen değil, tamamen siyasi bir
Gürcistan ile Rusya arasında Abhazya üzerinde giderek tırmanan gerginlik, Kafkasya’da bir savaşa yol açabilir mi?
Gürcistan’a ait iki insansız “casus” uçağının önceki gün Abhazya’da düşürülmesi bu konuda birkaç haftadır ifade edilen kaygıları daha da artırdı.
Bu son olay bir kez daha Gürcistan ile Rusya’yı karşı karşıya getiriyor. Tiflis, uçakların düşürülmesi sorumluluğunu Rusya’ya atarken, Moskova bunu yalanlıyor ve Gürcistan’ı provokasyonla suçluyor.
Abhazya yüzünden Gürcistan ile Rusya’nın bir savaşa girmesi ve hele bunun Batı ile Moskova’yı da çatışmanın içine çekmesi olasılığı bize oldukça zayıf görünüyor
Nitekim Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Şaakaşvili “savaş istemiyoruz ve savaş olmayacaktır” derken, Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Levrov da “Rusya’nın Gürcistan’a savaş ilan etmek niyeti yoktur” şeklinde konuşuyor.
Ne var ki karşılıklı askeri güç gösterilerinin yapıldığı gergin ortamlarda,