Yorum Seçim öncesi kamuoyu araştırmalarında hep önde gösterilen Tasos Papadopulos, birinci turda rakiplerine yenilip saf dışı kaldı.Bunun anlamı şu: Rum seçmenler, Kıbrıs'ta eşitlik temelinde adayı yeniden birleştirecek bir çözüme hep karşı çıkan ve uzlaşmazlığı ile Kıbrıs'ın bölünmüş kalmasına sebep olan Papadopulos'a artık "yeter" dedi.Buna karşılık seçmenlerin çoğu tercihlerini son yıllarda izlenen politikalarda "değişiklik" isteyen, çözüm için BM gözetimindeki müzakere sürecinin yeniden başlamasından yana olan iki adayın -Yannakis Kasulidis ile Dimitris Hristofyas'ın- lehinde kullandı.Önümüzdeki pazar, ikinci turdan iki adaydan hangisinin galip geleceğini kestirmek zor; ama şu bir gerçek ki, Kasulidis de, Hristofyas da kazansa, Kıbrıs'ta yeni bir dönem başlayacak... Kosova ile Kıbrıs arasında bir süredir kurulan ilintide, ters yönde önemli bir gelişme oldu: Kosova'da beklenen bağımsızlık ilan edilirken, Güney Kıbrıs'ta seçimlerden şaşırtan bir sonuç çıktı! Varılan nokta, son yıllarda Papadopulos yönetiminin izlediği politikaların fiyasko ile sonuçlandığını Rum halkının da artık fark ettiğini gösteriyor. O halk ki, 2004'teki referandumda "hayır" demeye sevk edilmiş, "evet"
Yorum İlk bakışta Türk tarafını memnun edecek bir ifade bu. Rus lideri Türklerin duygularına tercüman olmuş adeta...Ama Putin durup dururken neden bu çıkışı yapmış? Herhalde KKTC'yi savunmak ve ona destek sağlamak için değil. Moskova Kıbrıs meselesinde öteden beri hep Rumlardan yana bir tutum içinde.Putin'in derdi şu sırada Kosova meselesi. "Kuzey Kıbrıs" konusunu da, kendi görüşünü haklı çıkarmak için bir örnek olarak ortaya atıyor.Avrupalılara -ve Kosova'yı tanımaya hazırlanan tüm ülkelere- vermeye çalıştığı mesaj şu: Siz nasıl KKTC'yi tanımıyorsanız, Sırbistan'dan ayrılıp bağımsız olmak isteyen Kosova'yı da tanımamalısınız... Bakın, biz ikisini de tanımıyoruz!..Putin böylece "ilkeli" ve tutarlı hareket ettiğini, başkalarının ise "çifte standart" uyguladığını göstermeye çalışıyor... Putin son çıkışında haklı: Avrupalılara "Kuzey Kıbrıs"ın 40 yıldan beri "bağımsız" olduğunu hatırlattıktan sonra şöyle çatıyor: "Siz neden bunu tanımıyorsunuz? Bu kadar çifte standart uygulamaktan utanmıyor musunuz?" Bu sözlerde belirli bir mantık var tabii. Gerçi Kıbrıs ile Kosova'nın durumları arasında birtakım farkların bulunduğu doğru. Ama önemli benzerliklerin varlığı da bir gerçek. Dolayısıyla
Yorum Bunu belki de iyiye yorumlamak lazım. Gerçi zaman zaman saldırılar oluyor, bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, ama bunları dünya medyası bile "rutin haber" sayıp pas geçiyor...Dün Dışişleri Bakanlığı Irak Özel Temsilcisi Oğuz Çelikkol'u dinlerken, bu paradoksu düşündük. Atina'ya büyükelçi olarak atanan Çelikkol, dün İstanbul'da köşe yazarlarıyla yaptığı bilgilendirme toplantılarının sonuncusunda, Irak'ın bugünkü "tablosu"nu kendi deyişiyle "iyimser" bir açıdan çizdi.Gerçekten son dönemde Irak'taki durumda bir düzelme var: Irak 2 yıl önce bölünme aşamasına girmişti. Mezhep çatışmalarının durmayacağı sanılıyordu. Ülkede tam bir kargaşa hüküm sürüyordu...Şimdi durum epey farklı: Çelikkol'a göre Irak'ın bölünmesi riski çok azaldı. Son olarak yeni bir Irak bayrağının bütün ülkede (Kuzey Irak dahil) göndere çekilmesi, anlamlı bir gelişme. Irak parlamentosu çalışıyor. Nitekim önceki gün, üç önemli yasayı kabul etti.Evet, terör eylemleri kesilmedi. Ama saldırılar daha çok El Kaide'nin işi. Ve çoğu hallerde hedef -ve de kurban- hem Şii hem Sünni siviller oluyor... TÜRKİYE'deki iç gelişmeler ve dış meselelerdeki öncelikler, Irak'ta olup bitenleri adeta unutturdu. Ancak bir süredir
Yorum Bu tanım üzerinde herhangi bir görüş ayrılığı veya kavram karışıklığı yok.Ancak, "Şeytan ayrıntıdadır" sözü bu konuda da geçerli. Nitekim entegrasyonun nasıl gerçekleşmesi gerektiği tartışmalarında, ayrıntıya inilince, farklı konseptler -ve dolayısıyla anlaşmazlıklar- ortaya çıkıyor.Başbakan Erdoğan ile Alman Şansölyesi Merkel arasında entegrasyon konusundaki tartışmayı da işte bu çerçevede değerlendirmek gerek.Temelde ikisi de, Almanya'daki Türklerin entegrasyonundan yana. Yani Erdoğan da, Merkel de, Almanya'da yaşayan 2.7 milyon Türkün Almanlarla kaynaşmasını, bütünleşmesini istiyor. Ama bunun nasıl gerçekleşmesi gerektiği konusunda aynı fikirde değiller. ENTEGRASYONUN sözlük anlamı basit ve açık: Ansiklopedilere göre entegrasyon, farklı kültürlerin, dinlerin ve etnik grupların bir araya getirilmesi demektir. Bu anlaşmazlık, Erdoğan'ın son Almanya ziyareti sırasında Türklere hitaben yaptığı konuşmaların ardından yüzeye çıktı.Aslında Başbakan Almanya'daki Türkleri ülke insanlarıyla kaynaşmaya, onların dilini iyi öğrenmeye, her alanda faal olmaya çağırmakla isabetli bir iş yaptı. Nitekim Süddeutsche Zeitung gibi bazı önde gelen gazeteler bu çıkışı bir "ilk" olarak
Yorum Kuşkusuz bu acı daha uzun zaman ölenlerin yakınlarının ve genelde Türk halkının yüreklerinde yaşayacak.Şu anda herkes bu dehşet verici olayın nedeninin saptanmasını sabırsızlıkla bekliyor. Bir Türk heyetinin katılımıyla da yürütülen soruşturmanın ilk bulgularının yarın Alman makamları tarafından açıklanması söz konusu. Bu nihai rapor olmasa da, herhalde olayın cereyan ediş şekli konusunda bir fikir verebilecek.Ludwigshafen'deki Türkler ve -genelde Almanya'daki Türk toplumu- olay hakkında duydukları şüphe ve endişelere rağmen, sükûnet ve soğukkanlılıklarını korudular. Ludwigshafen'de önceki gün yapılan ve Alman toplumunun çeşitli kesimlerinin ve farklı dinlerin temsil edildiği cenaze töreni, bu acı olay etrafındaki beraberliğin bir tablosunu yansıttı.Soruşturmadan çıkacak olan sonucun (Türk toplumunda duyulan kuşkuları doğrulayacak yönde olması halinde dahi) bu tabloyu bozmaması temenni edilir... Almanya'da Ludwigshafen kentindeki faciada can veren 5'i çocuk 9 vatandaşımızın cenazeleri dün Gaziantep'te, derin acıyı yansıtan bir törenle toprağa verildi. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın gerek olay yerinde, gerekse daha sonra Köln'deki Türklere hitap ederken verdiği mesajların
Yorum Ludwigshafen olayı: Dehşet verici olaydan 5 gün sonra, bu sorunun kesin yanıtı henüz belli değil. Türkiye'den giden dört uzmanın da katılımıyla, geniş kapsamlı soruşturma devam ediyor.Umarız bu çalışmalar hızla sonuçlanır ve gerçek ortaya çıkar.Ama açıkçası, Almanya'daki Türk toplumu bu trajik olayın Türk düşmanı eylemcilerin işi olduğu kanısını taşıyor.Bu şüphelerin ciddi nedenleri var. Bir kere, 1990'lardaki Solingen ve Möln'deki kundaklama olaylarının acı hatırası belleklerde canlı duruyor. Ayrıca son zamanlarda Almanya'da artan yabancı düşmanlığının ve "İslamofobi"nin önemli bir hedefi de Türkler...Nitekim Türk karşıtı kampanyalar, fiziki saldırılara ve kundaklamalara kadar gidiyor. Bu arada bazı politikacılar da, söylem ve davranışlarıyla bu nefret dalgasını körüklüyorlar...İşte böyle bir ortamda, Türklerin Ludwigshafen'deki o korkunç olayı, -planlı bir hareket olmasa da, birkaç "serseri"nin işi de olsa- "Turkofobi" olgusuyla irtibatlandırması, doğal. ALMANYA'nın Ludwigshafen kentinde 5'i çocuk 9 Türkün ölümüne yol açan facia, sıradan bir yangının mı, yoksa ırkçı bir saldırının mı sonucu? Dünyanın gözü önünde cereyan eden bu facianın, Alman makamlarını da çok rahatsız
Yorum Türkiye'de Başbakan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, hükümet çevreleri, bu girişimin demokratik hak ve hürriyetlerin yaşama geçirilmesi yolunda atılan önemli bir adım olduğunu öne sürüyorlar. Bu bakımdan alınan bu kararın, tamamen Batı'nın özgürlükçü değerlerine ve standartlarına uyduğunu belirtiyorlar.Batı'da şimdiye kadar yapılan değerlendirmeleri özetlersek, bu gelişmenin lehinde veya aleyhinde net bir tavrın ortaya konmadığını söyleyebiliriz. AB'de ve ABD'de resmi ağızlar, hükümetin kararını daha çok "Türkiye'nin bir iç işi" olarak niteleyip geçiştiriyorlar. Bazı parlamenterler ve yorumcular ise, farklı görüşler ifade ediyorlar. Kimine göre, bu yasağın kalkması demokratik hak ve özgürlükler açısından olumlu bir gelişme. Kimine göre ise, Türkiye'den esas beklenen anayasal değişiklik ve Batı standartlarıyla uyum çabalarındaki öncelik bu değil... Üniversitelerimizde türban yasağının kaldırılması, özellikle AB'de ve genel olarak dış dünyada, bir siyasi reform olarak görülüyor mu? Eğer Türkiye uzunca bir süredir hareketsizlik yaşanan temel reformlar -ve genel anayasal değişiklikler- alanında harekete geçseydi, herhalde türban yasağıyla ilgili karar dışarıda -ve özellikle
Yorum Ne var ki 63 yaşındaki eski Şansölye'nin adı ve itibarı ne ülkesinde, ne de uluslararası platformda kayboldu. Schröder Rusya'nın dev Gastrom şirketinin danışmanı olarak faaliyetini daha çok enerji ve finans alanına kaydırdı. Ancak uluslararası ilişkilerde sözü geçen bir "akil adam" olarak da etkinliğini korudu...Schröder Şansölye iken Türkiye'ye önem vermiş, özellikle AB üyeliği konusunda Ankara'yı desteklemişti. Bu tutumunu aktif siyasetten çekildikten sonra da sürdürdü. Bu arada Başbakan Tayyip Erdoğan ile kişisel dostluğu da devam etti. Nitekim kendisi daha birkaç gün önce Erdoğan'ın konuğu olarak Ankara'daydı.Dün Schröder özel bir uçakla direkt olarak Ercan Havalimanı'na inmek suretiyle KKTC'ye geldi. Bu davranışıyla da Türkiye'ye ve Kıbrıs Türklerine olan yakınlığını açıkça göstermiş oldu... Gerhard Schröder, savaş sonrasında Almanya'nın yetiştirdiği en önemli liderlerden biri olarak tanınıyor. Sosyal Demokrat Partisi'nin lideri sıfatıyla 1998'de Helmut Kohl'ün 16 yıllık Hıristiyan Demokrat iktidarına son veren Schröder başbakanlık görevini 2005 yılına kadar sürdürdü. O tarihte, seçimlerde yenilince siyasetten çekilmeyi tercih etti. Schröder şu anda ülkesi adına resmi