Yorum Aslında iki ülkenin halkı, uzun İngiliz kolonyal yönetimi altında, yan yana veya iç içe yaşamış, dolayısıyla -dinsel ve kültürel farklarına rağmen- aynı yaşam koşullarını paylaşmıştı. Hint yarımadası din esaslarına göre ikiye bölünüp Hindistan ve Pakistan diye iki ayrı devlet ortaya çıktığı zaman, iki tarafın insanları benzer özelliklere ve standartlara sahipti.Bugün, iki komşu devletin siyasal ve ekonomik durumlarında daha ilk bakışta dikkati çeken büyük farklar var. Nüfusu 1.1 milyarı bulan Hindistan demokratik, laik ve istikrarlı bir ülke. Son yıllarda ekonomide ve teknolojide gerçekleştirdiği büyük hamlelerle dünyanın en hızlı gelişen ülkeleri arasına girdi. Hindistan uluslararası platformda da etkin bir aktör durumunda.Pakistan kuruluşundan beri siyasal sancılar çeken, askeri darbelere sahne olan ve günümüzde de radikal İslami akımlar ve şiddet eylemleriyle boğuşan bir ülke. Yıllardan beri siyasal istikrarı sağlayamayan 160 milyon nüfuslu Pakistan, (Hindistan gibi her ne kadar nükleer silah üretebilecek bir teknolojik düzeye erişmişse de), ekonomisini bir türlü toparlayamadı... Bu hafta bağımsız devlet olarak kuruluşlarının 60. yıldönümünü kutlayan Hindistan ve
Yorum Önce cumhurbaşkanı krizi, daha sonra erken genel seçimlerin sonucuyla yakından ilgilenen yabancı analistler, şimdi Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adaylığının Türkiye'nin siyasal geleceği üzerindeki olası etkilerini değerlendirmeye çalışıyorlar.Gelişmelere yüzeysel bakanlar da var, daha ciddi analiz yapanlar da...Ama ortak yönlerini özetlersek, hepsinin de kafası karışık!Bir yandan son seçimlerden sonra, demokrasinin işleyişini görüyorlar ve buna olumlu bir not veriyorlar; diğer yandan da Gül'ün adaylığıyla cumhurbaşkanı krizinin yeniden alevlenişini izliyorlar ve bunun ülkedeki istikrarı bozmasından korkuyorlar.Çoğunun gözünde, bu çelişkili durumun odağında, laiklik başta olmak üzere cumhuriyetin temel değerleriyle, yeni İslami akımlar (veya ordu ile iktidar) arasındaki mücadele yatıyor..."Türkiye nereye gidiyor?" sorusunun yanıtını arayan yabancı analistler için, bu karışık denklemi çözmek hiç de kolay değil tabii. TÜRKİYE'nin iç siyaseti, gene dış basının haber ve yorum sayfalarında ve yabancı diplomatik ve finans çevrelerinin dilinde... Önceki gün İstanbul'da "ARI Hareketi"nin düzenlediği bir toplantıda konuşan, Avrupa Parlamentosu'nun önde gelen
Yorum Dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi, 16 Ağustos -yani yarın- bu soruyu öne çıkaracak kritik bir tarih...Lefkoşa'dan gelen haberler, Papadopulos yönetiminin, açtığı uluslararası ihaleye katılan şirketlere yarından itibaren arama ruhsatı vermeye başlayacağı yönünde. Nitekim son günlerde Dışişleri Bakanı Eroto Markulli başta olmak üzere birçok Rum yetkili, Türkiye'nin uyarılarına rağmen, bu konudaki egemenlik haklarını kullanmaya kararlı olduklarını açıkça beyan etti.Rumlar, devlet olarak tanınmaktan ve bu sıfatla uluslararası hukuka uygun egemenlik haklarını kullanıyor görünmekten cesaret alıyorlar.Onları cesaretlendiren diğer bir husus da, uluslararası enerji sektöründeki şirketlerin kendileriyle işbirliği yapmaları, ayrıca birçok devletin de onları haklı görmesi ve desteklemesidir.Son olarak AB Komisyonu Sözcüsü Pietro Petrucii'nin demeci de onları yüreklendirdi. Sözcüye göre, "Kıbrıs Cumhuriyeti uluslararası anlaşmalar yapma konusunda tamamen egemendir ve bunların geçerliliği tartışılamaz"... KIBRIS Rum Yönetimi, avantajlı uluslararası pozisyonundan yararlanarak adanın etrafındaki sularda -yani Doğu Akdeniz'de- petrol ve doğalgaz arama faaliyetine mutlaka girişecek mi?
Yorum Sözünü etmek istediğimiz kriz, Kıbrıs'la ilgili.Önümüzdeki perşembe, Kıbrıs Rum Yönetimi, adanın etrafındaki suların dibinde, petrol ve doğalgaz araştırması yapacak yabancı şirketlere ruhsat verecek. Ve böylece, Doğu Akdeniz'de, enerji kaynakları "arama ve işletme" sürecini somut bir şekilde başlatmış olacak...Eğer Kıbrıs sorunu Rumlarla Türklerin siyasal eşitliğine dayalı -örneğin Annan Planı'nda öngörüldüğü- esaslara göre çözüme kavuşmuş olsaydı, denizin tabanında enerji kaynağı arayışını da, iki taraf el ele vererek yapacak, bundan ortaklaşa yararlanabilecekti.Ancak Rumların adanın tek sahibi olma hırsının sebep olduğu çözümsüzlük ve bölünmüşlük, denizaltındaki "nimetler"in adil bir şekilde paylaşılmasına da imkân vermiyor.Bu nedenle Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye, Papadopulos yönetiminin tek yanlı olarak petrol ve gaz arama çalışmalarına girişmesine şiddetle karşı çıkıyor. Türkiye, Rumların bu yönde ısrarlı davranmasının tehlikeli sürtüşmelere yol açacağı uyarısında bulunuyor. Rum yönetimi ise bu "tehditler"e meydan okuyor ve yoluna devam edeceğini söylüyor.Bu gidişle, önümüzdeki günlerde ve haftalarda, epey gerginlik yaşanacağa benziyor. BU haftanın sonundan itibaren,
Yorum Aslında haberler iyi değil: Türkiye dahil, dünyanın birçok yerini kasıp kavuran sıcaklar -veya daha bilimsel deyimiyle "küresel ısınma"- kutupları dahi vurmaya başladı.Bir süredir Kuzey Kutbu'na yakın bölgelerde (örneğin Alaska ve Grönland'da) buzulların parçalanmaya ve okyanuslara doğru kaymaya başladığına dair görüntüler, medyaya yansıyor. (Biz de geçen yaz, Alaska gezisinde bu olayı görmüştük)...Dünkü "Herald Tribune" gazetesindeki bir habere göre, Kuzey Kutbu'nda birkaç haftadır, şimdiye kadar görülmemiş oranda bir "buzulların çekilmesi" olayı yaşanıyor. Yani küresel ısınmadan dolayı dev buzullardan kopan buz blokları denize dökülüyor. Uzmanlar, bu gidişle, küresel dengelerin altüst olacağını söylüyorlar...Gene dünkü bir yabancı gazetede ("The Times") çıkan bir habere göre, 48 İngiliz turisti Norveç "fiyort"larında, Kuzey Kutbu'na yakın bir bölgeye (Hornsand) götüren bir gemiye, aniden parçalanan bir buzulun blokları çarptı, yere yuvarlanan yolculardan 7'si de hastanelik oldu... Böyle sıcak bir günde, işte size "buz"dan bir konu: Kuzey Kutbu'ndaki buzullar ve onun altındaki "yeni dünya"... Buzulların küresel ısınma nedeniyle parçalanıp denize kayması, heyecan uyandıran,
Yorum Bu hafta Amerikan ve Iraklı temsilcilerin aynı masaya oturduğu Şam'daki toplantının özelliği, gündemdeki konunun güvenlik olmasıdır.Şarm el Şeyh zirvesinde temeli atılan Güvenlik Komitesi'nin Şam'daki bu toplantısı, aynı geniş kadroyla, -yani Türkiye dahil Irak ve komşu ülkelerin, ABD ve Güvenlik Konseyi'nin diğer 4 daimi üyesinin, BM ve Arap Birliği temsilcilerinin katılımıyla- gerçekleşti.Kuşkusuz böyle bir toplantıdan -etkileyici uluslararası görüntüsüne karşın- Irak'ta her türlü terör eylemini önleyecek veya sona erdirecek kararlar çıkması beklenemez. Birtakım genel prensiplerde mutabakat sağlansa dahi, gereken somut önlemleri -hele kısa dönemde- hayata geçirmek pek mümkün olmuyor... IRAK'taki durumla ilgili bir toplantıda ABD ile İran'ın aynı masa etrafında yer alması, yeni bir olay değil. Nitekim iki "düşman" ülke geçen mayısta Mısır'ın Şarm el Şeyh kentinde yapılan dışişleri bakanları düzeyindeki geniş konferansa katılmıştı. Şu bir gerçek ki, Irak'ta çeşitli militan gruplar, önemli ölçüde "dışarıdan" besleniyorlar. Irak yetkilileri, terör çetelerinin Suriye'den sızdığından şikâyet ediyorlar. ABD işgal makamları da Irak'taki bazı Şii grupların İran'dan lojistik destek
Yorum Görüşmelerden doğru dürüst bir anlaşma dahi çıkmadı. Taslağı hazırlanan Terörle Mücadele İşbirliği Anlaşması yerine, ancak bir Mutabakat Muhtırası imzalanabildi. Esas anlaşmanın gerçekleşmesi için iki aylık bir süre saptandı. Maliki'nin hükümeti dağılma tehlikesiyle karşı karşıya. İstifalar birbirini izliyor. Başbakan şimdi kabinesindeki Kürtlere daha çok bel bağlamak zorunda. Tasarlanan anlaşma imzalansa bile, bunun yaşama geçirilmesi olasılığı da zayıf. Çünkü Kuzey Irak'ta merkezi Irak hükümetinden çok, bölgesel Kürt yönetimi hâkim durumda. Sonuç olarak "bugün var, yarın olmayabilir" durumundaki Maliki'nin, Türkiye'nin PKK konusundaki beklentilerini yerine getirme şansı da yok denecek kadar cılız... IRAK Başbakanı Nuri el Maliki'nin Ankara ziyaretinin sonuçları konusunda karamsar olmak kolay. Bunun için birçok sebep saymak mümkün. Evet, bu tespitlerin hepsi doğru. Maliki'nin siyasal geleceğiyle ilgili tahminlerin de doğru çıkması oldukça olası...Bu şartlar altında gerçekleşen Maliki'nin ziyaretinden zaten fazla somut bir şey beklenemezdi. Mutabakat Muhtırası "hiç yoktan iyi" sayılabilir, o kadar..."İyi" olan ne? Irak hükümetinin PKK'yı bir "terörist örgüt" olarak
Yorum Ünlü Amerikalı gazetecinin Washington'da "Heritage" adlı muhafazakâr dernekte yaptığı "ifşaat" daha önceki tahminlere tamamen uyuyor.Novak'ın "Washington Post"ta yayımlanan yazısındaki bilgilerin, Bush'un Irak politikasına karşı olan Kongre'deki bir (veya birkaç) üyeden kaynaklandığı belliydi.O zaman bu soru da akla geliyor: Eric Edelman gibi deneyimli bir diplomat, Pentagon adına Kongre'ye gidip bu operasyon planları hakkında brifing verirken, bu bilgilerin "sızdırılabileceğini" hiç düşünmedi mi? Böyle bir brifinge çok mu ihtiyaç vardı? Bu kadar saflık olur mu?.. Robert Novak nihayet baklayı ağzından çıkardı. ABD'nin Kuzey Irak'ta PKK'ya karşı bir operasyon hazırladığına ilişkin "gizli" bilgileri, bir Kongre üyesinden aldığını (ve bunu diğer iki üyeye de teyit ettirdiğini) açıkladı... Novak yazısında, haber kaynağının "gizli" bilgileri neden kendisiyle paylaştığını şöyle anlatıyordu: Başkan Bush bir savaş macerasından bir diğerine (Afganistan'dan Irak'a) giriştikten sonra, şimdi de, Kuzey Irak'ta yeni bir "kumar"a hazırlanıyordu. ABD'nin bir an önce Irak'tan çekilmesini isteyen Kongre'deki çevreler, Irak'ta "yeni bir cephe" açılmasına kesinlikle karşıydı.Tabii Novak da