Yorum O dönemde, "İslami taban"a dayanan bir partinin Avrupa ile bütünleşmeyi amaçladığını duymak AB çevrelerini şaşırtmış, ama memnun da etmişti...Önceki gece, AKP'nin kesin bir seçim zaferi kazandığının anlaşılmasından sonra, bu kez parti lideri ve Başbakan olarak konuşan Erdoğan, gene AB ile ilişkilere değindi ve şöyle dedi "Milletimizin bu seçimlerde ortaya koyduğu güçlü onayla, cumhuriyetimizin hedefi olan AB için kararlılıkla çalışmaya devam edeceğiz".Parti merkezinin balkonundan coşkulu taraftarlarına hitap eden Erdoğan, dış politika konusunda da şu mesajı verdi: "Onurlu dış politikamız, aynen devam edecek. Diklenmeden dik durmak, düşman edinmeden dost kazanmak, komşularımızla ilişkilerimizde yine belirleyici olacak."Böylece Başbakan, yeni dönemin dış politikasının ana hatlarını kısa birkaç cümleyle açıklamış oldu. KASIM 2002'de seçimlerden galip çıkan AKP'nin lideri olarak yaptığı ilk konuşmada R. T. Erdoğan, "AB ile ilişkilerin yeni hükümetin öncelikleri arasında yer alacağını" söylemişti. AKP'nin seçimlerden hükümeti tek başına kurabilecek bir güçle çıkması, çeşitli alanlardaki politikalarda bir devamlılık -ve dolayısıyla istikrar- sağlıyor.Türkiye'de birçok seçmenin bu
Yorum Hemen şunu belirtelim ki, dünya basınının bu seferki seçimlere ilgisi, bundan öncekilerden çok daha fazla ve çok daha yaygın. Bu, Amerikan ve Avrupa medyası için olduğu gibi, Arap ve Asya gazeteleri için de söz konusu.Bunun nedenini, yabancı gazetecilerin yazılarında da okumak mümkün. "Financial Times"ın ifadesiyle, "Türkiye bu pazar kimliğini etkileyecek olan tarihi bir seçim yapacak"... "Washington Post"a göre de, bu seçimlerin sonucu Türkiye'nin rejimi kadar dış ilişkilerinin de geleceğini belirleyecek...Zaten bu nedenledir ki dünyanın belli başlı başkentlerinde, diplomatlar ve finans çevreleri, Türkiye'deki seçimleri bu kadar sıkı bir şekilde izliyorlar.Basın için buna ilaveten bir başka neden de, konunun okuyucular açısından ilgi çekici noktalar içermesidir. Örneğin, -medya tarafından sunulduğu şekliyle- İslamcılarla askerlerin veya laiklerle dincilerin karşı karşıya gelişi gibi... DIŞ basının Türkiye'deki seçimlerle ilgili yazılarındaki genel hava, yabancı diplomatlardan ve işadamlarından duyduklarımızla örtüşüyor. Türkiye'deki seçimleri böyle dar ve yüzeysel bir açıdan değerlendirmekle yetinen gazeteler var tabii. Ama konuyu daha kapsamlı ve derin bir şekilde
Yorum Politikacılar, mitinglerdeki heyecan içinde kullandıkları saldırgan ve seviyesiz üslubun aslında geniş halk kitlelerini rahatsız ettiğini hâlâ anlamış değiller.Bir umudumuz vardı: Önceki gün de yazdığımız gibi, belki seçim kampanyasının son haftasında, özellikle belli başlı partilerin liderleri birbirlerine karşı olmadık laflar sarf etmekten vazgeçerler, asıl halkı ilgilendiren sorunları tartışırlardı...Ne yazık ki bu umudumuz gerçekleşmedi. Politikacılar aynı nakaratı seçim kampanyasının sonuna kadar tekrarladılar... SİZE son günlerde siyasi parti liderlerinin meydan mitinglerindeki konuşmalarında sarf ettiği yakışıksız sözlerden bir "demet" sunmayı düşünmüştüm. Ancak sonradan, bu çirkin ifadeleri haklı olarak bir kez daha duymak veya okumak istemeyeceğinizi varsayarak bundan vazgeçtim... Bu seçimlerin özelliklerinden biri de, meydanlarda yapılan konuşmaların üslubundaki seviyesizliktir.Daha önceki seçimlerde de liderlerin ve adayların birbirlerine karşı ağır sözler sarf ettiği görüldü tabii. Ama anımsadığımız kadarla, bu seferki ağız dalaşında dile getirilen hakaretler, küfürler, bundan öncekilerin hepsini geçti.Peki bu neden böyle oldu? Sebep acaba politikacıların bu
Yorum Önümüzdeki pazar günkü seçimlerden sonra, Türkiye'nin önüne çıkacak pek çok ivedi sorun arasında bazı dış meseleler de var.Kuzey Irak'taki durum ve olası bir Türk askeri müdahalesi, bunların başında geliyor.Bu konuda alınacak kararın uluslararası etkileri, özellikle ABD ile ilişkilerin geleceği, Ankara'yı ön planda meşgul edecek.Seçimler nedeniyle durgunlaşan AB ile müzakerelerden, Kıbrıs'la ilgili gelişmelere kadar, daha birçok konu, hemen yeni hükümetin gündemine girecek.Tabii dış politikadaki hareketlenme ve bu hareketlenmenin yönünün belirlenmesi, seçim sonucunun nasıl gerçekleşeceğine, yani hükümetin kim tarafından ve ne şekilde kurulacağına bağlı.İktidar değişikliği olsa da olmasa da, Türkiye özellikle Kuzey Irak ve ABD ile ilişkiler bağlamında, önümüzdeki günlerde ve haftalarda, dış politikanın seyrini etkileyecek olan çok önemli kararlar almak durumunda kalacak. SON haftalarda seçim kampanyası nedeniyle, acil karar bekleyen birtakım dış politika meseleleri gündemde bekletildi veya donduruldu. İlgili yabancı ülkeler de, Türkiye'de seçimlerin bitmesi ve yeni hükümetin kurulması beklentisi içinde, hareketsiz kalmayı yeğlediler. Dış politika meseleleri seçim
Yorum Türkiye de enerji politikasında İran'a fazla yer vermiyor, önceliğini ve tercihini, kendisine daha yakın hissettiği ülkelerin lehinde kullanıyordu.Geçen cumartesi akşamı, sessizce yürütülen temaslardan sonra, Türkiye ile İran arasında imzalanan "mutabakat zaptı" yeni konjonktürün iki ülkeyi, enerji stratejileri bağlamında, ne noktaya getirdiğini gözlerin önüne serdi.Bu prensip mutabakatı İran doğalgazının, ayrıca İran üzerinden Türkmenistan gazının Türkiye'ye naklini öngörüyor. Bu iki ülkenin birlikte kuracağı boru hattı sistemiyle Türkmenistan gazının bir kısmının Avrupa'ya ulaştırılması -yani "Nabucco Projesi"nin bu güzergâhtan gerçekleşmesi- mümkün olacak.Mutabakat ayrıca Türkiye'ye İran'ın güneyindeki zengin doğalgaz havzasında "ihalesiz olarak" yatırım yapmak imtiyazını da veriyor.Kuşkusuz bu anlaşmanın gerçekleşmesinde ortak ekonomik çıkar mülahazalarının büyük payı var. Ama açıkçası, şu sırada bunu mümkün kılan, iki tarafın da yararlanmaya çalıştığı yeni siyasal konjonktürdür. DEĞİŞEN siyasal şartlar, ülkelerin politikalarını nasıl da değiştiriyor!.. Daha çok yakın bir zamana kadar İran, Türkmenistan doğalgazının kendi toprakları üzerinden Türkiye'ye ulaştırılmasına
Yorum Meydanları dolduranlar için, parti liderlerinin veya adaylarının söylediklerinin içeriğinden çok, üslubu -yani ne kadar heyecan yarattığı- önemli...Liderler için önemli olan, bayraklar ve pankartlar taşıyan, slogan atan taraftarını, çarpıcı sözlerle galeyana getirmek, zaferin eşiğinde bulundukları görüntüsünü vermektir..Ülke çapında meydanlarda düzenlenen bu tür toplantılarda söylenenlerin bir özelliği de genelde içi boş laflar ya da kişisel hakaretler ve küfürler içermesidir.Türk seçmeni maalesef yıllardır süregelen bu tür "miting geleneğini" şu son seçim kampanyasında bir kez daha yaşadı ve -son haftasında da- hâlâ yaşamaya devam ediyor.Ama doğrusu, belirli bir demokratik deneyime sahip olan 2007 Türkiye'sinde seçim kampanyası ve konuşmaları böyle olmamalıydı... Liderler arasındaki söz düellosu bu kadar düşük seviyelere düşmemeliydi... Bol alkış da toplasa, konuşmalar seçmeni saf (veya enayi) yerine koyup bu kadar boş vaatlerle dolu olmamalıydı. Mitinglerde kısılan seslerle atılan seçim nutuklarının taraftarlardan hararetli alkışlar toplaması, coşku yaratması doğal. Halk psikolojisi meydanlarda atılan nutuklara ve karşılıklı ağız dalaşını belki "kaldırır", ama toplum
Yorum Kongre'de Demokrat üyeler, bir "çekilme takvimi"nin saptanmasını istiyorlar. İlginç olan son gelişme, bazı önemli Cumhuriyetçi senatörlerin de bu fikre yanaşmasıdır.Bush yönetimi ise, Irak'tan çekilmek için "uygun zaman"ın beklenmesi gerektiği konusunda ısrarlı. Beyaz Saray'ın dün Kongre'ye sunduğu rapordan da bu sonuç çıkıyor.Rapor, ABD'nin Irak'a takviye birlikler gönderdiği son aylarda askeri durumda "bazı ilerlemeler" kaydedildiğini öne sürüyor. Bu iyimser değerlendirmeye rağmen, raporda hâlâ durumun bir hayli kritik olduğu da kabul ediliyor.Beyaz Saray'ın vermeye çalıştığı mesaj ABD'nin bu şartlar altında Irak'tan askerlerini çekmesinin vahim sonuçlar yaratacağıdır. Bu nedenle Bush şimdilik "çekilme" veya "çıkış" lafını bile ağzına almak istemiyor ve Kongre'den en azından eylülde sunulacak olan esas raporu beklemesini istiyor... ABD'de günlerdir "Irak'tan çıkış stratejisi" tartışılıyor. Medyanın ve kamuoyunun geniş kesimi ABD'nin Irak'tan çekilme kararını vermesi zamanının geldiğine inanıyor. Aynı şekilde düşünen Demokratlar için esas konu, artık bu çekilmenin "ne zaman ve ne şekilde" gerçekleşmesi gerektiğini belirlemektir. Çoğu gözlemci, önümüzdeki aylarda Irak'ta iç
Yorum Bu sorular Pakistan içinde ve dışında daha çok tartışılacak. Ama artık olan oldu. Şimdi bu olaya eğilmenin en iyi yolu, bu noktaya nasıl gelindiğini araştırıp bundan gereken sonuçları çıkarmak ve bundan sonra neler olabileceğini kestirmeye çalışmaktır.Dış dünya Pakistan'da olup bitenleri, Lal Camii'ndeki kanlı olaylar vesilesiyle, yeni öğreniyor. Oysa bunun uzun bir "evveliyatı" var. Diğer bir deyişle, bu büyük camide Taliban veya Bin Ladin sempatizanı militanların ve öğrencilerin örgütlenmesi ve birtakım eylemlerde bulunması, bu türden ilk olay değil. Pakistan güvenlik güçlerinin günlerce direnen radikal İslamcı grubu dize getirmek için İslamabad'daki Lal Mescidi'ne karşı kanlı operasyona girişmesi şart mıydı? Camide direnişçilerin başındaki Abdülreşid Gazi ile müzakerelere devam edilerek bu dram önlenemez miydi?.. Veya bunun aksini ele alırsak, tahmin edildiğinden uzun süren ve çok daha kanlı geçen bu operasyon acaba iyi mi yürütülemedi?.. Evet, Lal Mescidi son zamanlarda camiinin imamı Mevlana Abdülaziz ve kardeşi Abdülreşid Gazi'nin önderliğinde, radikal İslamcı bir grubun merkezi haline gelmişti. İslam devrimini gerçekleştirerek ve Pakistan'da şeriat rejimini kurmak