Bu, iki komşu ülke arasındaki bağların yeniden normalleştirilmesine yönelik, en üst düzeyde gerçekleşen ilk resmi temastır. Bu aynı zamanda, yeni Irak liderinin ilk dış ziyaretidir. El Yaverin bunun için Ankarayı seçmiş olması, Bağdatın Türkiyeye verdiği özel önemi gösteriyor.Irak Başbakanı Ayad Allavinin de önümüzdeki ay Türkiyeye gelmeye hazırlanması, iki tarafın temasları sıklaştırma kararlılığını ortaya koyuyor.* * *Bu ziyaret kafalarda Türkiyenin "meşruiyeti" tartışılan bir rejim ile öylesine sıkı ilişkiler içine girmesinin doğru olup olmadığı sorusunun belirmesine yol açmış olabilir. Nitekim bu konu, ziyaret öncesinde Ankarada ilgili çevrelerde de bir fikir egzersizine yol açmış, lehte ve aleyhte çeşitli argümanlar tartışılmıştır.El Yaverin devlet başkanı, Allavinin başbakan olarak başında bulunduğu Bağdattaki bugünkü rejimin "atanmış kişiler"den oluştuğu malum. Başlıca "atayan"ın ABD olduğu, "geçici" yönetimde yer alan birçok "Bakan"ın da Washingtona ve koalisyon güçlerine yakın kişiler olarak tanındığı da biliniyor.Bugün Irakta işgale karşı olan güçler (eski Bassçılardan Sünni ve Şii militanlara kaar) bugünkü "geçici yönetim"e karşı da sert bir tavır içerisindedirler. Bu
Komşumuz gerçekten olimpiyatları en iyi şekilde organize etmek, Atinanın altyapısını yüksek standartlara ulaştırmak için başarılı bir performans gösterdi. Gerçi başta işler biraz yavaş gitti, hatta aksadı. Ama bir Yunanlının dediği gibi "Yunanlılar bütün işleri sirtaki gibi yaparlar. Yani yavaş bir tempoyla başlarlar, sonra giderek hızlanırlar!.."* * *Olimpiyatların başarılı geçmesi için ev sahibi ülkenin yerine getirmesi gereken pek çok şart var. Ama son zamanlarda ön plana geçen en önemli şartlardan biri, güvenliğin sağlanmasıdır.Yunanistan bu koşulu yerine getirmek için bir yandan bu konuda deneyimli ülke ve örgütlerle (ABD, NATO, İsrail) sıkı işbirliği yaparken, diğer yandan da kesenin ağzını açmış, Atinayı teknolojinin en ileri aygıtlarıyla donatmış, 70 bin güvenlik görevlisini de seferber etmiştir. Halen Atinada "kuş uçurtulmuyor" demek mümkün. (Ancak 24 saat boyunca "Awacs" uçakları uçuyor!)Yunan hükümeti bunu başarmak için, güvenlik işlerine tam 1.5 milyar dolar harcamış. Yani Sydneyde harcanan paranın altı katı...Yunanistanın altyapı ve diğer ihtiyaçları karşılamak için sarf ettiği meblağ gerçekten muazzam: Tam 7.2 milyar dolar. Bu yüzden Yunanistanın bütçesinde (AB
Dün Amerikan kuvvetlerinin Necefe karşı büyük bir saldırıya geçtiği haberi, bize bu kitabı anımsattı. Eğer bu operasyonu - ABDnin genel Irak stratejisi gibi - bir cümleyle ifade etmek istiyorsak, herhalde Carnegienin kitabının başlığını tersyüz etmemiz yeter: "Düşman Kazanma ve İnsanların Nefretini Çekme Sanatı"!..* * *ABDnin Necefteki Şii direnişçilere karşı harekete geçmesinin "askeri" bir gerekçesi ve amacı var. Genç Şii lider Mukteda El Sadr, emrindeki "Mehdi" milisleriyle, ABD ve koalisyon güçlerine karşı başkaldırmıştır. Necefin kutsal yerlerinde üslenen binlerce direnişçi, ABDye ve işgale karşı savaş ilan etmiştir.ABD El Sadrı dize getirmek için, büyük bir askeri operasyona girişmek gereğini duymuştur. Tabii Amerikan güçlerinin üstün askeri yeteneğiyle milisleri saf dışı etmesi mümkündür. Gerçi kutsal mekanlara sığınan El Sadr ve adamlarının pes etmesi kolay olmayabilir. Ama salt "askeri mantık" ile düşünülürse, Amerikalılar sonunda elbet Necefe hakim olurlar.Ancak "askeri mantık" bu meselede "siyasi mantık" ile bağdaşmıyor. Diyelim ki ABD güçleri Necefi kontrolü altına aldı ve bir kısım milisleri de yok etti. Bunun politik ve psikolojik etkileri ve sonuçları ne olacak?ABD
Kıbrıs Rum bölgesinde yayımlanan "Cyprus Mail" gazetesi, dün Annan Planının 9. maddesine atıfta bulunarak, bu planın hayata geçirilmesi halinde, dünkü tarih itibariyle, Maraşın Rumlara geri verilmesi sürecinin ilk aşamasının başlamış olacağını hatırlattı. Gazete geçen nisan ayındaki referandumda Magosa - Maraş bölgesinden Güneye giden Rumların çoğunun "evet" dediğini, ancak Rum kesiminin genelinde "hayır" denmesi nedeni ile bu umudun suya düştüğünü belirtiyor ve şimdi bu yüzden evet ve hayır yanlılarının birbirine girdiğini belirtiyor.Nitekim Derinyada yapılan gösteride birçok Rum, Papadopulosa karşı slogan atmış, onu çözümsüzlüğün sorumlusu olmakla suçlamıştır. Muhalefetteki DİSİ partisinin lideri Nikos Anastasyadis de iktidarla bir söz düellosuna girişmiş, Papadopulos ise kendisini eleştirenlere ihanet suçlaması ile sert tepki göstermiştir.Rum kesiminde halen iç kavgalar öylesine kızışıyor...* * *ANCAK Papadopulos kendi stratejisini sürdürmeye kararlı. Rum lider, KKTCye Türk tarafına bir yandan güven artırıcı önlemler adı altında bazı jestler yaparken, bir yandan da uluslararası camianın KKTCnin lehinde herhangi bir karar almasını engellemeye uğraşıyor.Kabul etmeli ki,
Gerçekten kuzeydoğu komşumuzun şu sırada başı dertte. Abhazya ve Güney Osetyanın yanı sıra şimdi Acaristanda da ayrılıkçı hareketler, ülkeyi bölünme tehlikesiyle karşı karşıya getiriyor. Rusyanın bu hareketleri desteklemesi, Tiflis ile Moskova arasında gerginlik yaratıyor. ABDnin Gürcistanın yanında yer almasıyla Kafkasya giderek dış güçlerin tehlikeli oyunlarına sahne oluyor...Geçen ocakta "kadife devrimi" sonunda iktidara gelen Cumhurbaşkanı Mikail Saakaşvili, bir yandan ülkenin cılız ekonomisini canlandırmaya uğraşırken, bir yandan da ülkenin toprak bütünlüğünü koruma, ayrılıkçıları kontrol etme ve dış müdahaleleri de önleme çabası içinde...* * *Türkiyenin Gürcistanla, bu ülkenin bağımsızlığa kavuştuğu 1991den beri, çok yakın ilişkileri olmuştur. Bu dostluk ve işbirliği havası, eski Başkan Şevardnadzeyi iktidardan uzaklaştıran "kadife devrimi"nden sonra da devam etmiştir. Gürcistan için Türkiye çok önemli bir bölgesel güçtür. Tiflis siyasal ve ekonomik destek için hep Ankaraya güvenmiştir. Türkiye de Gürcistanın iç ve dış meselelerine daima anlayış göstermiş ve ona arka çıkmıştır. Gürcistanın birliği ve istikrarı birçok bakımdan - ve bu arada özellikle Bakü - Tiflis - Ceyhan
Bu konuda genel bir iyimserlik var. Yaz rehavetine rağmen bazı Avrupa ülkeleri yetkililerinin verdiği demeçler umut verdi. Türk liderlerin son günlerdeki beyanları da Ankaradaki resmi çevrelerde hakim olan olumlu havayı yansıtıyor.Tabii bu iyimserlik için en büyük test, ekim ayında Komisyonun son şeklini vereceği İlerleme Raporu olacak. Aralık ayındaki AB zirvesi müzakere tarihi verip vermeme konusundaki nihai kararını bu raporun rengine göre belirleyecek.* * *AB diplomatik kaynaklarının bu konuda da verdiği sinyaller cesaret verici. Kuşkusuz raporda Türkiyenin AB ile uyum performansına verilecek olan not, herhalde on üzerinde on olmayacak. Bazı eksiklere veya yetersizliklere de değinilecek. Ancak raporun sonuçlar bölümündeki değerlendirmenin, Türkiyenin gösterdiği olağanüstü çaba ve başarıyı dikkate alarak, olumlu olacağı tahmin ediliyor.Gerçekten raporun gene havası bu olursa, zirveden Türkiyeye tarih verilmesi lehinde bir karar çıkması da çok olası. Gerçi hala Avusturya ve Danimarka - hatta Fransa - için bazı kuşkular duyulmuyor değil. (Benzer tereddütler Yunanistan ve Kıbrıs Rum yönetimi için de duyuluyor.) Ancak bu ülkelerin de ABnin olumlu bir karar vermesine engel olmak
Bu bağlamda sadece yabancı kamyon şoförlerini veya Irakta iş yapanları kastetmiyoruz.Türk vatandaşlarının başına gelenler, başka milletlere mensup olanların da başına geliyor. Dün 4 Lübnanlının kaçırılması gibi...Ama Irakın genelinde bir süredir meydana gelen bir dizi olayın ardından (bombalı saldırılar, baskınlar, suikastlar, vs.) şimdi de Mukteda el Sadrın önderliğindeki Şiilerin ayaklanması, gerçekten durumun vahim bir noktaya ulaştığını ortaya koyuyor.Artık ABD ve Koalisyon güçlerine, ayrıca yeni oluşan geçici Irak yönetimine karşı direniş, "Sünni üçgeni" diye bilinen bölgeyi de aşıyor. Bu kez Şiilerin başkaldırmasıyla, çatışmalar Neceften Basraya kadar geniş bir alana yayılıyor. ABD - ve Koalisyon - yalnız Sünnilerin değil, Şiilerin de hedefi oluyor. Savaşın ülke çapında yayılması ayrıca ciddi bir siyasal anlam da taşıyor.* * *ABD ve Koalisyon güçleri başta, Sünni militanların direnişine karşılık, Şiilerin sınırlı ve ihtiyatlı da olsa, desteğini sağlamış görünüyordu. Özellikle İngilizlerin kontrolündeki Basra, daha güvenli ve sakin bir bölge sayılıyordu.Çok geçmeden, Şiiler arasında da işgal güçlerine karşı bir hareket başladı. Yaşlı lider Ayetullah Ali Sistaninin ılımlı
Her nedense geçen hafta Sudan Dışişleri Bakanı Mustafa Osman İsmailin Ankaraya gelerek Türk yetkilileriyle görüşmesi dahi, medyamız tarafından pas geçilmiş...Aslında Sudanda olup bitenlerin - insanlık dramı boyutunun dışında - çok ilginç ve düşündürücü yönleri var. Mesele sadece Darfur bölgesinde on binlerce insanın soykırıma uğramasından, milyonlarca kişinin de açlık ve sefalete sürüklenmesinden ibaret değil. Olayın bir de önemli siyasi sonuçların çıkarılmasını gerektiren unsurları üzerinde durmakta yarar var.* * *DARFUR bölgesinde olaylar, geçen yıl Afrika kökenli yerel halkın, merkezi hükümetin ve Arap ağırlıklı egemen kesimin baskılarına ve ayrımcı davranışlarına maruz kalması sonucunda ayaklanması ile başladı. Hükümet bu hareketi bastırmak için, "cancavid" adı verilen milisleri devreye soktu. Bu milisler son aylarda ülkenin bu ücra kesiminde, her türlü vahşete başvurdular: Kadınlara tecavüz ettiler, sivil halkı katlettiler, köyleri yaktılar, vs...Dünya bu durumu öğrenmekte gecikmedi. O feci görüntüler, TV ekranlarına yansıdı. İnsan haklarıyla ilgilenen çeşitli kuruluşların temsilcileri, olayları izleyip tüyler ürpertici raporlar yazdı. ABD, Fransa, İngiltere başta olmak