Mesajlar ve sonrası...

16 Temmuz 2004

Her iki tarafta da, resmi ağızlar kritik bir zamanda yapılan bu gezinin iyi geçtiğini, karşılıklı anlayışın ve güvenin tazelendiğini ve ilişkilerin yolunda gittiğini söylüyorlar.Bu ziyaret, gerek Türk, gerekse İsrail tarafından özellikle son zamanlarda ilişkilerde soğukluk yaratmaya yüz tutan konularda, net mesajlar verme olanağını sağladı.***TÜRK tarafının verdiği mesajı şöyle özetleyebiliriz: Ortadoğuda barışın kurulması ve Filistin sorununun çözümlenmesi, Türk - İsrail ilişkilerinin önemli bir boyutudur... Türk liderleri İsraile yönelik eleştiri veya tavsiyelerini, dostça yapmaktadır. Bunun yanlış algılanmaması ve söylenenlerin dikkate alınması gerekir... Ortadoğuda bir an önce barış sürecine dönülmelidir. Türkiye bu yönde kolaylaştırıcı bir rol oynamaya hazırdır...Olmert, İsrailin Türkiyenin bölgesel etkinliğine ve olası rolüne değer verdiğini söylemekle beraber, hükümetinin politikalarını, terörle mücadelesini ve Gazzeden çekilme planlarını anlatmıştır. Kuşkusuz İsrailin Gazzeden çekilmesi ve eski Başbakan Şimon Peresin dahil olacağı yeni bir koalisyon hükümetinin kurulması, bölgede barış sürecinin başlaması şanslarını güçlendirecektir.Ancak öyle anlaşılıyor ki, bu konuda

Yazının Devamı

Sıra dışı diplomasi...

15 Temmuz 2004

Cemin, kitabının Yunanistanla ilişkiler bölümünde anlattıkları, bakanlığı döneminde Yunan meslektaşı Yorgo Papandreuyla kurduğu kişisel ilişkilerin, iki komşu ülke arasındaki gerginliklerin geride bırakılmasına ve yeni bir havanın oluşmasına nasıl katkıda bulunduğunu gösteriyor.***İSMAİL Cem Dışişleri Bakanı olduğu zaman, Yunanistandaki muhatabı Teodoros Pangalos idi. O dönemde Ankara ile Atina arasında (Kardak krizi sonrasında bir türlü yatışmayan) bir gerginlik hüküm sürüyordu.Temmuz 1997de Madridde yapılan NATO zirvesi, bir Türk - Yunan mutabakatının sağlanması için fırsat olarak kullanılmıştı. Bu mutabakat metni imzalandı, ama Pangalos daha anlaşmanın mürekkebi kurumadan Türkiyeye karşı hücumlarını sürdürdü.Cem, kitabında, Pangalosu "son derece anlayışsız, bağnaz ve hatta düşman" bir politikacı olarak nitelendiriyor. Madrid mutabakatından sonra New Yorkta onunla yaptığı görüşmenin bir "sağırlar diyaloğu"na dönüştüğünü de anımsatıyor...Bir süre sonra (Öcalan olayının Yunanistandaki yankıları sonunda) Pangalos görevinden atıldı ve yerine Yorgo Papandreu getirildi.Cem, Papandreu işe başlar başlamaz, kendisiyle rahat diyalog kurulabileceğini anladı. Depremin yarattığı sempatiden

Yazının Devamı

Randevu ve ötesi...

14 Temmuz 2004

Bu gerçekten Başbakanın daha önce belirlediği tatil programından mı, yoksa ortaya koymak istediği siyasi bir tavırdan mı kaynaklanıyor?Medyada daha çok ikinci şık üzerinde duruldu. Böyle bir olasılık var tabii. Başbakan, daha önce Şaron hükümetine karşı yönelttiği sert eleştirilerin ardından İsraile karşı mesafeli davranışını sürdürmek istemiş olabilir.Eğer son dakikada bir değişiklik olmayacaksa (yani Olmert Başbakanı göremeyecekse) dahi, bu ziyareti tamamen "randevu krizi"ne bağlamak doğru değil. Kaldı ki, bunu "kriz" olarak nitelendirmek de yanlış... Olmertin ziyareti, Cumhurbaşkanı Sezer, Dışişleri Bakanı Gül ve diğer birçok bakanı da kapsayan programıyla, ikili ilişkilerde önemli bir gelişmedir.***ASLINDA Erdoğanın Şaronun Filistinlilere karşı davranışını sert ifadelerle eleştiren demeçlerini, Türk - İsrail ilişkilerindeki siyasal soğukluğun tek veya esas nedeni olarak görmemeli. Erdoğan böyle sert çıkış yapan ilk başbakan da değil. Bırakın Avrupadaki liderleri, Türkiyede Ecevit de Şaronun politikasını "soykırım" terimini kullanarak ağır bir şekilde yermişti...Dün İsraildeki "Haaretz" gazetesinin de belirttiği gibi, bir Türk Başbakanı "İsraille olan dostluğuna güvenerek,

Yazının Devamı

Ortadoğuda çok yönlü ilişkiler

13 Temmuz 2004

Üç ziyaretin aynı zamanda yer alması, aslında bir rastlantı. Ama öyle de olsa, bir Türk yetkilisinin deyişiyle "Türkiyenin bölge ülkeleriyle çok yönlü ve dengeli ilişkiler kurma politikası açısından güzel bir görüntü sergiliyor"...***SURİYE Başbakanının ve İran heyetinin ziyaretleri, son zamanlarda ikili ilişkilerde kaydedilen hızlı gelişmenin bir göstergesi. İran İçişleri Bakan Yardımcısının başkanlığındaki heyetin Ankaradaki görüşmeleri, daha çok güvenlik işbirliğiyle ilgili. İran, bu alanda Türkiyenin beklentilerini karşılayan yeni bir tavır almış, PKK / Kongra - Gel unsurlarına karşı da açıkça savaş ilan etmiştir.Açıkçası, Irak Savaşı ve özellikle Kuzey Iraktaki gelişmeler, Türkiye ile İran ve de Suriye arasında bir yakınlaşma sağlamıştır. İran ve Suriye, ABDnin izole etmeye çalıştığı ülkeler olduğu halde, Türkiye bu iki komşusuyla da bağlarını güçlendirmeye yönelik bir strateji uygulamaktadır. Bir bakıma Ankaranın bu konudaki tutumu, Tahran ve Şamla ilişkilerini sürdürmeye çalışan AB ülkelerinin politikası çizgisindedir. Bir Türk diplomatının belirttiği gibi, bunu ABDye karşı bir "tercih" değil, ancak olayların "akışının bir sonucu" olarak değerlendirmek lazım...***SURİYEnin

Yazının Devamı

Esas iş şimdi başlıyor

9 Temmuz 2004

Önce bu kararın anlamı üzerinde duralım. Kıbrıstaki referandumdan sonra AB (ABD ve BM ile birlikte), Kıbrıs Türklerinin "izolasyonu"na (veya bizde kullanılan terimiyle "ambargo"ya) son verileceğini açıklamıştı. Bu vaadin hemen yerine getirilmesini bekleyenler, daha çok "teknik nedenler"den kaynaklanan gecikmeleri bazı art düşüncelere atfettiler. Oysa şimdi, AB Komisyonunun benimsediği "paket", çalışmaların söz verildiği şekilde yapıldığını ve sonuçta "izolasyon" politikasının terk edildiğini gösteriyor.*** BUNUN Ekonomik anlamı şudur: AB ile Türk kesimi arasında direkt ticari ilişkiler kurulacak, KKTC kendi limanlarından AB ülkelerine ihracat yapacak, ürünlerini, mallarını imtiyazlı bir gümrük tarifesine göre satabilecek, ayrıca ABden çeşitli projeler için toplam 259 milyon euroluk bir yardım alacak... Böylece Kıbrıs Türk kesimi, AB tarafından aday ülkelere benzer bir rejime tabi tutulacak. Bu alanda sağlanacak ticari ve mali olanaklar, KKTCnin dışa açılmasına, kalkınmasına ve yaşam düzeyini yükseltmesine yol açacak...Kararın siyasal anlamı, en az ekonomik değeri kadar önemlidir. AB böylece "fiilen" Kuzey Kıbrıstaki Türk varlığını kaale almış bulunuyor. Gerçi AB yetkililerinin bu

Yazının Devamı

Hem tepeden, hem tabandan...

7 Temmuz 2004

Türk ve Yunan halkları arasındaki duygusal yakınlığı bilmeyen ve sadece Egenin iki yakasındaki insanları birbirine düşman sanan yabancılar için, bu manzara kuşkusuz çok ilginç ve de şaşırtıcı idi. Oysa bizler - yani Türkler ve Yunanlılar - Ankara ile Atinayı zaman zaman ayıran, birbirine düşüren ve gergin anlar yaşatan sorunlar bulunduğunun farkında olmakla beraber, Türk ve Yunan halklarının temelde birbirlerinden hoşlandığını, coğrafyasından kültürüne, mutfağından adetlerine kadar birçok şeyi paylaştığını da gayet iyi biliyoruz.Euro 2004 finalinde, Türklerin büyük heyecan duyması, Yunanlılar için galibiyet temenni etmesi, onların zaferini kutlaması, - yabancıları şaşırtsa da - iki halk arasında kıskançlık ve çekememezlikten çok, sempati ve dostluğun hakim olduğunu, gözlerin önüne serdi...* * *İLK bakışta bir spor olayında, ilişkileri her zaman pek iyi olmayan iki komşu ülkenin insanlarının sergilediği bu yakınlık ve sevgi fazla önemsenmeyebilir. Siyasi bakımdan bunun ilişkiler üzerinde "etkileyici bir rol" oynayacağı da söylenemez.Ancak bu tavrı, düzelen ve gelişen ilişkilerde, "olumlu bir gösterge" olarak kabul etmek lazım. Demek ki, özellikle halklar düzeyinde, Türk - Yunan

Yazının Devamı

Teröre en iyi cevap...

6 Temmuz 2004

Bu illerde başta köy korucuları, şehit ve gazi aileleri olmak üzere bazı sivil toplum kuruluşlarının düzenlediği "terörü telin" yürüyüşlerine gösterilen ilgi, Güneydoğuda yaşayan vatandaşların ayrıma ve şiddete ne kadar karşı olduklarını, birliğe ve huzura ne kadar susadıklarını ortaya koydu.Gerçi Kürt kökenli yurttaşların ağırlıklı olarak oluşturduğu kuruluşlar, bu gösterileri düzenleyenlerin arasında yer almadı. Ama Van Valisine karşı girişilen terör eyleminin gerek DEHAP merkezi, gerekse Leyla Zana ve diğer 3 eski DEP milletvekili tarafından kınanması, şiddete karşı artık ortak bir tavrın sergilenmekte olduğunun işareti sayılabilir. Dün Ankarada, AB büyükelçileriyle yemekte Leyla Zananın bu doğrultuda yaptığı konuşma da, bu yeni yaklaşımı bir kez daha sergilemiş bulunuyor...* * *BU son gelişmeler bize, Türkiyeden farklı özellikler taşımakla beraber, İspanyada ETA terörizminin izlediği seyri çağrıştırdı.Bask bölgesinin İspanyadan tamamen kopup bağımsız olması için "silahlı mücadeleye" girişen ETAnın yıllar boyu sürdürdüğü kanlı terör kampanyası, sonunda yalnız İspanya halkını değil, Bask toplumunu da bezdirdi. Oldukça geniş bir özerkliğe sahip olan ve yaşam düzeyi diğer

Yazının Devamı

Hem suçlu, hem davacı...

3 Temmuz 2004

Bu ve buna benzer sorular daha çok tartışılacak, lehte ve aleyhte hukuki pek çok argüman öne sürülecek.Fakat unutmamalı ki, genelde diktatörlerin devrilmesinden sonra yapılan mahkemeler hukuki olduğu kadar, siyasi bir nitelik taşır. Bazı hallerde siyasal gerçeklerin de ağır bastığı görülür...Saddam davasında da, bu tür bir yargılamanın "meşruluğu" üzerinde tartışmalar, diktatörün işlediği suçları ve yeni siyasi realiteler çerçevesinde, bunun hesabını vermesinin "gerekliliği"ni unutturmamalıdır.Diğer bir deyişle, bu davanın yol açtığı hukuki tartışmaların, Saddamı bilinen suçlarından hiçbirini işlememiş gibi göstermesi ve onu adeta bir mazlum gibi sunması, fevkalade yanlış olur...* * *SADDAM - canlı olarak ele geçirildiği için - yakın tarihte mahkemeye çıkarılan ender diktatörlerden biridir. Arap dünyasında ise, bu bir "ilk" oluşturuyor.Sorgulama aşamasındaki ilk duruşmada, Irak halkı ve bütün dünya, TV aracılığıyla, 14 Aralık 2003te gördüğü Saddamdan çok farklı bir "eski Irak Cumhurbaşkanı" izledi. O tarihte çukurdan çıkarılmış, saçı sakalı birbirine karışmış "kaçak" Saddam, bitkin ve yıkıktı. Bu kez "sanık" (veya "esir") Saddam (fiziki bakımdan devrilmeden önceki halinden farklı

Yazının Devamı