Saray’da bir Osmanlı gecesi...

12 Haziran 2002


<#comment>Davetliler "Saray"ın kapısında mehter davulları ile karşılandı. Terasta şampanya içilirken, fasıl müziği dinlendi. Saray’ın balo salonunda önce Guatelli Paşa’nın Sultan Abdülmecid için bestelediği "Padişah Marşı" çalındı; daha sonra Sultan Abdülaziz’in "Valse Davet" ve Necmettin Paşa’nın polkası ile, dans faslı açıldı. Ardından yemek salonuna geçildi ve klasik Türk mutfağının spesiyaliteleri sunuldu...
Bu muhteşem "Osmanlı Balosu"nun gerçekleştiği mekân, bir "Saray"; ama vaktiyle büyükelçilik, şimdi de başkonsolosluk olan İstiklal Caddesi’ndeki "Hollanda Sarayı"...
Yani çoğu yabancı büyükelçi ve başkonsolos olan seçkin 80 konuğa 19. yüzyıl Osmanlı kültür ve geleneğini yaşatan "olay"ın ev sahibi, Hollanda.
Hollandalıları bu daveti Osmanlı motifli bir balo şeklinde düzenlemeye sevk eden neden, 1859’da büyük bir yangından sonra inşa edilen "Hollanda Sarayı"nın son olarak restore edilerek hizmete girmesini kutlamaktı.
Büyükelçi Gosses - van Simmeren van der Weerd ve Başkonsolos Jan A. M. Giesen’in yaratıcı çabaları sonunda gerçekleşen bu balo ile, 400 yıllık Türkiye - Hollanda ilişkilerinde önemli bir yeri olan - "Hollanda Sarayı"nda, o dönemin havası

Yazının Devamı

AB’yi tanı(t)mak...

11 Haziran 2002


<#comment>Son zamanlarda AB konusunda düzenlenen çeşitli açık oturumlarda ve benzeri toplantılarda söz alanların önemli bir kısmının bu topluluk hakkında temel bazı bilgilerden yoksun olduğu görülüyor.
Açık konuşmak gerekirse, bu bilgi yetersizliği bir kısım siyasilerde de var.
Hal böyle olunca, AB üyeliğinin Türkiye için ne anlam taşıdığına ilişkin değerlendirmeler de bazı basmakalıp yargılara bağlı kalıyor.
Avrupa Birliği konusunda, aslında üye - ve de aday - ülkelerin çoğunda da kamuoyu fazla bilgi sahibi değil. Yapılan nabız yoklamaları, örneğin Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerde hatırı sayılır bir çoğunluğun AB’nin hedefleri ve işleyişi hakkında "cahil" olduğunu gösteriyor.
Tabii üye olan ülkelerde durumun böyle olması pratikte fazla önem taşımıyor. Hatta üyeliğe çok yakın olan Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya gibi ülkeler için de aynı şey söylenebilir. Çünkü bu aday ülkeler de kararını vermiş, tüm "ayarları" yapmış bulunuyorlar.
Henüz müzakere takvimi belirlenmemiş olan Türkiye için ise durum farklı. Türkiye’de daha birtakım siyasal koşulların yerine getirilip getirilmemesi konusu tartışılıyor. Bu tartışmalarda "taraflar" AB’yi belirli

Yazının Devamı

Krizin sonu mu, devamı mı?

8 Haziran 2002

Hotham 1960larda İngilteredeki "Times" gazetesinin muhabiri olarak Türkiyede görev yapmıştı. Ankarada geniş bir muhit edinmiş, Türkiyenin siyasal ve sosyal yapısını çok yakından inceleme olanağını bulmuştu. Daha sonra İngiltereye döndüğünde, Türkiye hakkında objektif bilgiler ve değerlendirmeler içeren bir kitap yazmıştı...Davit Hothamın kitabında yer alan, sıkça tekrarladığı söz şu idi: Türkiyede krizler eksik olmaz. Yabancı gözlemciler buna şaşırır ve Türkiyenin felaketin eşiğine geldiğini düşünür. Oysa, Türkler son dakikada krizi atlatmanın yolunu bulurlar ve bir kez daha gözlemcileri şaşırtırlar!..***ÇANKAYA zirvesi ile ilgili gelişmeler dün bize bu sözleri bir kez daha anımsattı.Sabah saatlerinde Ankarada karamsarlık hâkimdi. Başbakan Ecevitin toplantıya gidememesi, onun sağlık durumunu ve hükümetin geleceğini en azından kamuoyunun gündeminin başına (hatta Çankayadaki AB gündeminin önüne) getirmişti. Liderler Köşke giderken, yerli yabancı pek çok gözlemci "Acaba Ecevitin istifası yakın mı? Bu durumda koalisyon daha ne kadar devam eder? Erken seçime gidilecek mi?" gibi sorular üzerinde spekülasyon yapıyordu.Gene toplantı öncesi kuşkulara yol açan bir başka konu vardı: Başbakan

Yazının Devamı

Krizin sonu mu, devamı mı?

8 Haziran 2002


<#comment>Türkiye’de ne zaman siyasal bir sıkıntı veya kriz yaşansa, hep İngiliz gazeteci - yazar David Hotham’ın sık sık tekrarladığı bir sözü hatırlarız.
Hotham 1960’larda İngiltere’deki "Times" gazetesinin muhabiri olarak Türkiye’de görev yapmıştı. Ankara’da geniş bir muhit edinmiş, Türkiye’nin siyasal ve sosyal yapısını çok yakından inceleme olanağını bulmuştu. Daha sonra İngiltere’ye döndüğünde, Türkiye hakkında objektif bilgiler ve değerlendirmeler içeren bir kitap yazmıştı...
Davit Hotham’ın kitabında yer alan, sıkça tekrarladığı söz şu idi: Türkiye’de krizler eksik olmaz. Yabancı gözlemciler buna şaşırır ve Türkiye’nin felaketin eşiğine geldiğini düşünür. Oysa, Türkler son dakikada krizi atlatmanın yolunu bulurlar ve bir kez daha gözlemcileri şaşırtırlar!..
***
ÇANKAYA zirvesi ile ilgili gelişmeler dün bize bu sözleri bir kez daha anımsattı.
Sabah saatlerinde Ankara’da karamsarlık hâkimdi. Başbakan Ecevit’in toplantıya gidememesi, onun sağlık durumunu ve hükümetin geleceğini en azından kamuoyunun gündeminin başına (hatta Çankaya’daki AB gündeminin önüne) getirmişti. Liderler Köşk’e giderken, yerli yabancı pek çok gözlemci "Acaba Ecevit’in

Yazının Devamı

AB sadece siyaset değil...

7 Haziran 2002

Kuşkusuz temel siyasal kriterler, AB ile müzakere sürecinin başlaması için "olmazsa olmaz" sayılan, mutlaka yerine getirilmesi gereken şartlardır. Ne yazık ki Türkiye Ulusal Programı kabul ettiği günden beri hep bunu konuşuyor ve AB yolundaki bu engeli bir türlü aşamıyor. Umarız bugün Çankayadaki zirvede bir çıkış yolu bulunur...ABnin Türkiye için - belki diğer birçok üye ve aday ülkelerden çok - siyasal bir anlamı var. Bu, Türkiyenin çağdaşlaşması, uygar ülkeler safında yer alması vizyonu ile doğrudan bağlantılıdır.Ancak, bu ideal sadece - demokrasi, özgürlük gibi - siyasal reformları değil, aynı zamanda - ve özellikle - ekonomik atılımları da içeriyor. Diğer bir deyişle ABnin esas cazibesi, hızlı kalkınma, yüksek refah gibi ekonomik alandaki olanaklarıdır.***TÜRKİYE, AB ile siyasal uyum sağlama konusundaki hararetli tartışmaları arasında, işin ekonomik yanını nerede ise unutmuş veya bunu geri plana itmiş bulunuyor.Oysa ABnin Türkiye için ifade ettiği "çağdaşlaşma" vizyonunda, ekonomik kalkınma ve refah perspektifinin daha geniş bir yeri olması gerekir. "AB üyeliği Türkiye için iyi mi olur, kötü mü olur" veya "bu yıl da treni kaçırırsak ne kaybederiz" gibi sorular tartışılırken,

Yazının Devamı

AB sadece siyaset değil...

7 Haziran 2002


<#comment>Türkiye’de haftalardan beri AB ile ilgili tüm tartışmalar, siyasal konular üzerinde odaklandı.
Kuşkusuz temel siyasal kriterler, AB ile müzakere sürecinin başlaması için "olmazsa olmaz" sayılan, mutlaka yerine getirilmesi gereken şartlardır. Ne yazık ki Türkiye Ulusal Programı kabul ettiği günden beri hep bunu konuşuyor ve AB yolundaki bu engeli bir türlü aşamıyor. Umarız bugün Çankaya’daki zirvede bir çıkış yolu bulunur...
AB’nin Türkiye için - belki diğer birçok üye ve aday ülkelerden çok - siyasal bir anlamı var. Bu, Türkiye’nin çağdaşlaşması, uygar ülkeler safında yer alması vizyonu ile doğrudan bağlantılıdır.
Ancak, bu ideal sadece - demokrasi, özgürlük gibi - siyasal reformları değil, aynı zamanda - ve özellikle - ekonomik atılımları da içeriyor. Diğer bir deyişle AB’nin esas cazibesi, hızlı kalkınma, yüksek refah gibi ekonomik alandaki olanaklarıdır.
***
TÜRKİYE, AB ile siyasal uyum sağlama konusundaki hararetli tartışmaları arasında, işin ekonomik yanını nerede ise unutmuş veya bunu geri plana itmiş bulunuyor.

Yazının Devamı

Avrasya açılımı

6 Haziran 2002

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezerin Kazakistandaki ve Moğolistandaki temasları, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçelinin Çin gezisi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlunun Rusya ziyareti, Türk diplomasisinin "Avrasya boyutu"nun giderek yoğunluk kazanmakta olduğunu gösteriyor.Bunları sıradan, protokol ziyaretleri olarak görmemek lazım. Türk diplomasisi ABD ve ABye ayırdığı öncelikli yerin yanında şimdi Rusyadan Çine, Kafkasyadan Orta Asyaya kadar, daha geniş bir coğrafyadaki ülkelerle ilişkilerine de önem veriyor.Türk dış politikasında bu yönde bir anlayışın oluşmasında, yeni dünya konjonktürünün payı olduğu açık. Başta 11 Eylül olayı ve ABD - Rusya yakınlaşması olmak üzere, son aylarda meydana gelen olaylar ve bunların etkileri, Türk diplomasisine yeni açılımlar yapma olanağını sağlıyor...***YUKARIDA sözünü ettiğimiz üç önemli dış gezi topluca incelendiğinde, gerçekten çok yönlü - veya çok boyutlu - bir dış politikanın oluşmakta olduğu görülebiliyor.Cumhurbaşkanı Sezerin Almatı ziyareti birden fazla amaç güdüyordu: Birincisi, 16 Asya ülkesinin temsil edildiği Asya İşbirliği ve Güvenlik Konferansına katılmaktı. Bu, Türkiyeye özellikle terörizm tehdidi konusundaki

Yazının Devamı

Avrasya açılımı

6 Haziran 2002


<#comment>İlginç bir rastlantı: Türk siyasi ve askeri liderlerinin son günlerde dış gezileri hep Asya yönünde oldu.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Kazakistan’daki ve Moğolistan’daki temasları, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin Çin gezisi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Rusya ziyareti, Türk diplomasisinin "Avrasya boyutu"nun giderek yoğunluk kazanmakta olduğunu gösteriyor.
Bunları sıradan, protokol ziyaretleri olarak görmemek lazım. Türk diplomasisi ABD ve AB’ye ayırdığı öncelikli yerin yanında şimdi Rusya’dan Çin’e, Kafkasya’dan Orta Asya’ya kadar, daha geniş bir coğrafyadaki ülkelerle ilişkilerine de önem veriyor.
Türk dış politikasında bu yönde bir anlayışın oluşmasında, yeni dünya konjonktürünün payı olduğu açık. Başta 11 Eylül olayı ve ABD - Rusya yakınlaşması olmak üzere, son aylarda meydana gelen olaylar ve bunların etkileri, Türk diplomasisine yeni açılımlar yapma olanağını sağlıyor...
***
YUKARIDA sözünü ettiğimiz üç önemli dış gezi topluca incelendiğinde, gerçekten çok yönlü - veya çok boyutlu - bir dış politikanın oluşmakta olduğu görülebiliyor.

Yazının Devamı