Son zamanlarda AB konusunda düzenlenen çeşitli açık oturumlarda ve benzeri toplantılarda söz alanların önemli bir kısmının bu topluluk hakkında temel bazı bilgilerden yoksun olduğu görülüyor.
Açık konuşmak gerekirse, bu bilgi yetersizliği bir kısım siyasilerde de var.
Hal böyle olunca, AB üyeliğinin Türkiye için ne anlam taşıdığına ilişkin değerlendirmeler de bazı basmakalıp yargılara bağlı kalıyor.
Avrupa Birliği konusunda, aslında üye - ve de aday - ülkelerin çoğunda da kamuoyu fazla bilgi sahibi değil. Yapılan nabız yoklamaları, örneğin Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerde hatırı sayılır bir çoğunluğun AB’nin hedefleri ve işleyişi hakkında "cahil" olduğunu gösteriyor.
Tabii üye olan ülkelerde durumun böyle olması pratikte fazla önem taşımıyor. Hatta üyeliğe çok yakın olan Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya gibi ülkeler için de aynı şey söylenebilir. Çünkü bu aday ülkeler de kararını vermiş, tüm "ayarları" yapmış bulunuyorlar.
Henüz müzakere takvimi belirlenmemiş olan Türkiye için ise durum farklı. Türkiye’de daha birtakım siyasal koşulların yerine getirilip getirilmemesi konusu tartışılıyor. Bu tartışmalarda "taraflar" AB’yi belirli şekillerde (iyi veya kötü) görüyor veya göstermeye çalışıyor.
Bu bakımdan AB’yi doğru tanımamız, yani onun hakkında temel bilgilere sahip olmamız şart...
***
ÖRNEĞİN Kopenhag kriterleri aday ülkelerin üyelik müzakerelerine oturmadan uymak zorunda olduğu temel koşullardır. Eğer aday ülke, AB standartlarına erişmeyi arzu ediyorsa, bunun gereklerini yerine getirir. Bu konuda yeterli bir iradeye sahip değilse, yarı yolda kalıverir, yani üyelik müzakerelerine başlayamaz.
Türkiye’de idam cezası ile Kürtçe yayın ve öğrenim konusu, bu kriterler çerçevesinde aylardır tartışılıyor. Bu tartışmalarda "Türkiye’nin durumu farklı. Bunlar hassas konular. AB ile oturup bunları müzakere etmeli" şeklinde öne sürülen argüman, işte bu temel bilgi eksikliğini ortaya koyuyor.
Bir başka bilgi yetersizliği de, yukarıda sözünü ettiğimiz iki "hassas konu"nun halledilmesi halinde, müzakere yolunun hemen açılacağı yönündedir. AB’nin ortaya koyduğu kriterler bu iki konu ile bitmiyor. İfade özgürlüğüne ilişkin tüm yasaların ve uygulamaların da "AB standartlarına göre ayarlanması" gerekiyor.
Diğer bir deyişle, koalisyon içinde görüş ayrılığına yol açan konular halledilse dahi, Türkiye’nin Kopenhag kriterleri çerçevesinde daha yapması gereken başka işler de olacaktır.
"Bunu AB’nin ön şartları bitmez" gibi iddialarla irtibatlandırmak yanlış. AB’nin kurallarını, kıstaslarını yerine getirmeyen adayları elbet üye olarak almazlar. Eğer aday ülke AB standartlarını kendi çıkarlarına uygun görmüyor ve benimsemek istemiyorsa, bu kendi bileceği iştir...
***
TELEVİZYONLARDA ve çeşitli forumlarda AB tartışmalarında gördüğümüz odur ki, AB’nin aleyhinde öne sürülen görüşler çoğu zaman topluluk hakkında, sağlam verilerden veya temel bilgilerden yoksun.
Önce işe doğru dürüst bilgi sahibi olmakla başlamak lazım. Belirli siyasal ve ideolojik inançlar bir yana, AB için "doğru yolu" bulmanın ilk şartı budur.
AB ile ilgili faaliyette bulunan çeşitli kurumların - hele şimdi gelinen kritik aşamada - geniş bir "bilgilendirme kampanyası"na girişmesi, fevkalade yararlı olacaktır. Tabii bu kampanyanın tamamen objektif verilere ve bilgilere dayanması ve gerçekleri olduğu gibi yansıtması da çok önemlidir...