Bir kriz daha...

20 Şubat 2001


<#comment>Milli Güvenlik Kurulu'nda dün patlak veren krizin şok dalgaları, anında denecek bir hızla, dış dünyaya da yayıldı. Ajansların Ankara'dan verdiği haberler üzerine Türkiye'yi yakından izleyen dış siyasi ve ekonomik çevreler, olup bitenleri anlamaya ve kendi açılarından değerlendirmeye çalıştılar.
Bu hızlı iletişim çağında, Türkiye gibi dünyaya açılan bir ülkenin geçirdiği en ufak bir sarsıntı, gerçekten hemen dışarıda yankılanıyor.
Hele Başbakan olanları "büyük bir kriz" olarak tanımlarsa, dış dünyanın gözlerinin kaygı ile Türkiye üzerine çevirmesi kaçınılmaz...* * *YABANCILARIN dünkü kriz üzerinde yaptığı değerlendirmeler, bir bakıma, bizim de bazı gerçekleri daha objektif biçimde görmemize yardımcı olabilir.
Bu çevrelerin gözlemleri şöyle özetlenebilir:
* Türkiye kriz üstüne kriz üretilen bir ülke oldu. Bir yabancı diplomatın deyişi ile "ay değil, hatta bazen hafta geçmiyor ki, Türkiye'de yeni bir kriz ortaya çıkmasın." Bu, Türkiye ile yakın ilişkileri olan yabancı ülkeler ve kuruluşlar arasında güvensizlik yaratıyor.* Yabancı diplomatlar kadar yatırımcılar da her vesile ile Türkiye'nin reform programlarını ancak istikrarı

Yazının Devamı

Bir "kolaylaştırıcı" rol daha...

18 Şubat 2001


<#comment>Türkiye Ekonomik ve Siyasal Etüdler Vakfı TESEV'in İstanbul'da düzenlediği Kafkasya ile ilgili uluslararası konferansta konuşan Dışişleri Bakanı İsmail Cem, herkesin dikkatini çeken önemli, yeni bir fikir ortaya attı: Türkiye'nin önayak olacağı, Azerbaycan ve Ermenistan'ın katılacağı bir "üçlü toplantı"...Cem'in deyişi ile böyle bir toplantı, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunların çözümüne katkıda bulunabilir. Bir süreden beri (Karabağ başta olmak üzere) mevcut anlaşmazlıkların halli için yapılan girişimlere ivme kazandırabilir...
Dışişleri Bakanı'nın TESEV platformunda ortaya attığı bu öneri, aralarında Ermenistan ve Azerbaycan temsilcilerinin de bulunduğu Türk ve yabancı katılımcıları, doğrusu şaşırttı. Nitekim, katılımcılar ve delegeler, daha sonra bu fikri kendi aralarında da enine boyuna tartıştılar...
* * *
TÜRKİYE'nin Kafkasya'nın önemli sorunu olan Karabağ probleminin ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki anlaşmazlıkların çözümüne yardımcı olunması, güzel bir şey. Böyle bir girişim Türk diplomasisinin bölgedeki rolünü ve etkinliğini de artıracaktır.Ancak, Türkiye bugün böyle bir işlevi üstlenebilecek durumda mıdır?T

Yazının Devamı

Hedef sadece askeri değil

17 Şubat 2001


<#comment>ABD’nin dün Irak’a karşı giriştiği hava harekâtı herkesi şaşırttı, ama Amerikan basını günlerden beri bunun işaretini veriyordu. Washington’a göre Saddam Hüseyin, son zamanlarda Irak’ın uçuşa yasak kuzey ve güney bölgelerinde, radar ve uçaksavar sistemlerini geliştiriyor, bu da bu iki bölgeyi denetim altında tutan Amerikan uçakları ve pilotları için ciddi bir tehdit oluşturuyordu.
Nitekim, dünkü 2.5 saatlik hava operasyonundan sonra Pentagon’dan yapılan açıklama, aynı gerekçeyi kullandı ve saldırıyı bir "öz savunma" olarak nitelendirdi...
Kuşkusuz bu hava akınının esas amacı askeridir ve sözü edilen Irak’ın yeni savunma gücünü kırmaktır. Ancak operasyonun bir de siyasal boyutu vardır. Başkan George W. Bush’un iktidara gelmesiyle beraber Washington’un Irak politikasının sertleşeceği yolunda tahminler ileri sürülmüştür. Nitekim Bush ekibinin işe başlar başlamaz, örneğin Iraklı muhalif gruplara daha aktif destek vermesi, yaptırımların devamında ısrar etmesi gibi davranışları ile, yeni politikanın ilk sinyallerini vermiştir.
Dünkü hava akını, bu çerçevede siyasal bir anlam taşıyor. Diğer bir deyişle, Bush yönetimi, bununla Saddam’a bir gözdağı vermek, onu

Yazının Devamı

"Kolaylaştırıcı" rolü zorlaşıyor...

16 Şubat 2001


<#comment>Filistin lideri Yaser Arafat'ın sürpriz Ankara ziyareti, Türkiye'nin Ortadoğu'daki son gelişmelere bakış açısına ışık tuttu. Bu vesile ile Ankara'da Başbakan Ecevit ve Dışişleri Bakanı Cem tarafından yapılan açıklamalar, Türkiye'nin İsrail'den farklı düşündüğünü (ve Filistin görüşüne meylettiğini) ortaya koydu.Temelde Türkiye'nin bölgedeki yeni durumla ilgili değerlendirmeleri, öteden beri savunduğu savlara dayanıyor. Arafat'ın temasları sırasında da bu hususlar tekrarlandı: Şiddet son bulmalı; taraflar giderek tırmanan çatışma kısır döngüsünü kırmaya çalışmalı. Bu arada barış sürecinin kesilmesine izin verilmemeli; müzakere masasına bir an önce yeniden oturmalı...
Bu görüşler prensip olarak ilgili taraflarca da kabul ve destek görüyor. Ancak "şeytan ayrıntıdadır" sözünün doğruluğu bir kez daha ortaya çıkıyor: Şu sırada İsrail ile Filistin'i birbirine düşüren sorunların detayına inilince, Türkiye'nin de bu kez İsrail'in politikasına ters düşen görüşleri daha belirgin şekilde ortaya çıkıyor.* * *BU görüş farklılığı iki nokta üzerinde odaklanıyor.
Birincisi, İsrail'in - ve özellikle Şaron'un - öncelik verdiği "güvenlik" konusu ile ilgili.

Yazının Devamı

İran ile yeni bir başlangıç

15 Şubat 2001


<#comment>Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in Tahran ziyareti, Türk - İran ilişkilerinde yeni bir başlangıcın işaretini verdi.
Son yıllarda oldukça çalkantılı bir seyir izleyen bu ilişkilerin, bu ziyaretten sonra daha sağlam bir zemine oturması ve daha istikrarlı bir yön alması umuluyor.İran, Türkiye'nin "zor komşuları"ndan biri. Son yıllarda özellikle İran'ın rejiminden ve "devrimini ihraç" emellerinden kaynaklanan sorunlar, zaman zaman gerginlikler yarattı. İki ülke arasındaki güven bunalımı, şimdiye kadar ilişkilerin düzelmesine olanak bırakmadı.
Ancak İran, Türkiye için önemli bir ülke. Ve aslında bölgede stratejik, ekonomik ve siyasal konumu nedeni ile etkin bir devlet. Ankara'nın, İran'ın bu özelliklerini göz ardı etmesi olanaksız. Kaldı ki, Türkiye'nin bu komşusu ile ortak birçok çıkarı var.
Cem'in Tahran gezisi, bütün bu faktörler dikkate alınarak gerçekleşti. Yapılan görüşmeler verimli geçti. Taraflar çeşitli konularda birbirlerini daha iyi anladılar. Eskisine oranla daha güvenli bir hava oluştu. Ayrıca ilişkileri pratik alanda geliştirecek önemli adımlar da atıldı...
* * *
İLİŞKİLERE kısa vadede hız verecek adımların başında, Tahran'da

Yazının Devamı

Neden şimdi?

14 Şubat 2001


<#comment>Olay Yunan basınını bile şaşırttı. "Anadolu Rumlarının soykırımını anma"yı amaçlayan bir kararnamenin hazırlanması üzerine, Atina'nın etkili gazetelerinden "Eksousia"da yayımlanan yorumdaki şu cümle çok yerinde: "Niye şimdi hatırladılar?"
Evet, ne oldu da iki Yunanlı bakan, iddia ettikleri olaylardan 80 yıl sonra şimdi böyle bir karar çıkartmayı düşündüler?
"Neden şimdi" sorusu sadece bu olay için değil, asıl bütün dünyaya yayılmakta olan Ermeni kampanyası için de sorulabilir.Gerçi Ermeni soykırımı iddiasına dayanan bu kampanya başlayalı birkaç yıl oluyor. 1980'lerde "ASALA"nın terör eylemlerinin ardından, başta ABD olmak üzere birçok ülkede Ermeni aktivistleri soykırım iddialarını tescil ettirmek için hareket geçtiler. Ama bu hareketin siyasi bir kampanya olarak yoğunlaşması ve yaygınlaşması nispeten yeni bir gelişme. Yani 85 yıl önceki olaylar şimdi gündeme getiriliyor.
Peki, neden şimdi?* * *BUNUN çeşitli nedenleri var.
* Soykırım ve etnik temizlik gibi terimler, son zamanlarda üzerinde çok durulan, dünya kamuoyunda ilgi ve sempati yaratan kavramlardır. Özellikle Nazilerin Yahudilere karşı giriştiği soykırımın ardından

Yazının Devamı

Atina'nın sorumluluğu...

13 Şubat 2001


<#comment>Yakınlaşma sürecine giren Türk - Yunan ilişkilerini bozmak için şu sırada bundan daha münasebetsiz bir girişim düşünülemezdi.
Yunan Bakanlar Kurulu'nun iki üyesinin "Anadolu Rumlarının soykırımını" tescil etmeye yönelik eylemi, bir an önce durdurulmaz ve böyle bir yasanın onaylanmasının önüne geçilmezse, korkarız ki, iki ülke arasında güvenin ve dostluğun kurulması için son zamanlarda harcanan çabalar boşa gidecektir.Kültür Bakanı Evangelos Venizelos ile İçişleri Bakan Yardımcısı Kostas Kaiserlis'in 14 Eylül tarihinin "Küçük Asyalı Yunanlıların Türk devleti tarafından soykırımını anma günü" ilan edilmesi için hazırladıkları ve Cumhurbaşkanı Kostas Stefanopulos'a sundukları kararname, gerçekten Türk - Yunan ilişkilerinin köküne yerleştirilen bir dinamit niteliğini taşıyor.
Bu iki bakan durup dururken böyle bir konuyu gündeme getirmenin ciddi sonuçlar yaratacağını kestiremiyorlar mı? Bunu bile bile, hele soykırım iddiaları üzerinde Türkiye'de hassasiyetin doruk noktada bulunduğu bir dönemde, bu çıkışı yapmaları, küstahça bir meydan okuma değil midir?Eğer bu sadece adı geçen iki zatın kişisel bir inisiyatifi ise ve Yunan resmi politikasına ters

Yazının Devamı

Ortadoğu'da belirsizlik

10 Şubat 2001


<#comment>

İsrail seçimlerini Ariel Şaron'un kazanmasının şimdilik yarattığı sonuç, tek kelime ile, "belirsizlik"tir... Ortadoğu barış sürecinin akıbeti konusunda belirsizlik... Türkiye - İsrail ilişkilerinin geleceği konusunda da belirsizlik...Wiltonpark Konferansı'nda, Ortadoğu'daki son gelişmeleri değerlendiren Çalışma Grubu'ndaki tartışmalardan çıkan sonuç da bu...
Bu belirsizlik Şaron'un kişiliğinden ve niyetlerinin bilinmemesinden kaynaklanıyor. Şaron aynı eski (yani "kasap" veya "buldozer") Şaron mudur? Yoksa yeni ve farklı bir Şaron mudur? Vaktiyle - hatta seçimlere kadar - söyledikleri mi geçerli olacak? Yoksa iş başına geçtikten sonra yeni politikalar mı geliştirecek?
Şu anda kimse bunun kesin yanıtını verecek durumda değil. Tüm Ortadoğu uzmanları "tahmin oyunu"na katılmış durumdalar. Herhalde Ehud Barak tekrar seçilmiş olsaydı, böyle bir sıkıntı yaşanmayacak, onun yönetiminde İsrail'in nasıl hareket edeceği daha kolay kestirilebilecekti. Barak'ın gitmesi ile tarihi bir fırsatın da elden kaçtığı açık. Bir gözlemcinin dediği gibi, bunda Yaser Arafat'ın da payı var. Yanı - garip bir tecelli - Şaron biraz da Arafat'ın (ve "intifada"nın) sayesinde

Yazının Devamı