<#comment>#comment>Konu günlerden beri çeşitli çevrelerde tartışılıyor: Türkiye'yi ekonomik krizden çıkarabilecek bir "kurtarıcı" olarak görülen Devlet Bakanı Kemal Derviş'e ve hazırlamakta olduğu programa destek tam mı?Bu sorunun kuşku ile sorulmasının nedeni, bazı siyasilerin, iktisatçıların, analistlerin ve meslek kuruluşlarının olumsuz, hatta eleştirel beyanlarıdır. Bunlar medyaya da yansıyınca, çok kimsenin içine kurt düştü.
Kaygıya kapılanlar arasında yabancılar da var. Nitekim hafta içinde Ankara'daki diplomatlar, özellikle hükümetin ve genelde toplumun Derviş'e ne kadar destek verdiği ve bu desteğin ne kadar sürebileceği gibi soruların yanıtını aradılar.
ABD Büyükelçisi Robert Pearson'ın Başbakan Ecevit ile görüşmesinin basına akseden versiyonu resmen yalanlansa da, Washington'un ve diğer Batılı başkentlerin, Türkiye'de iktidarın ve toplumun çeşitli kesimlerinin Derviş'e ne kadar arka çıktığını çok merak ettiği ve kendilerinden beklenen desteği de ona göre vereceği gayet açık...* * *YABANCI ülkelerin bu tepkisine şaşmamak lazım.Türkiye'nin krizi atlatmak için dış desteğe büyük ihtiyacı var. Bunu Başbakan Ecevit'ten Devlet Bakanı Derviş'e kadar
<#comment>#comment>Türkiye, Ermeni kampanyası karşısında ne yapmalı?Bu konu son zamanlarda Türkiye'de - ve özellikle Türk basınında - çok tartışıldı, çeşitli görüşler öne sürüldü.
Dün bu sorunun yanıtını, konuyu çok iyi bilen iki yabancı uzmandan aldık: Biri ünlü Amerikalı tarihçi Prof. Justin McCarthy; diğeri de BBC'deki programları ve Türkiye hakkındaki kitapları ile tanınan İngiliz yazar Dr. Andrew Mango...İki "otorite" de, ülkemizin önde gelen sivil toplum kuruluşu Demokratik İlkeler Derneği (DID)'nin davetlisi olarak, "Türk - Ermeni ilişkileri: Dünü, Bugünü, Yarını" konulu bir konferans vermek üzere İstanbul'a geldi. Dün akşam, yerli ve yabancı seçkin konukların katıldığı bir yemekte görüşlerini açıklayan iki konferansçı, ayrıca bir basın toplantısında da, çeşitli soruları yanıtladı.
Prof. McCarthy ve Dr. Mango'nun anlattıkları, Ermeni kampanyası karşısında Türkiye'nin nasıl bir strateji izlemesi gerektiği hususunda Türk yetkililerinin ve sivil toplum örgütlerinin yararlanabileceği fikirler ve tavsiyeler içeriyor.* * *İKİ uzman da, dünyanın çeşitli yerlerinde giderek yaygınlaşan Ermeni kampanyasının çok iyi örgütlendiği ve profesyonelce
<#comment>#comment>Rusya ile "Mavi Akım" anlaşması imzalandığı zaman, buna "bozulan" ülkelerden biri de Azerbaycan idi. Azeriler, o sırada yeni keşfettikleri Şahdeniz doğalgaz potansiyeline Türkiye'nin ilgi göstermeyeceğinden kaygı duyuyorlardı. Cumhurbaşkanı Aliyev dahi bazı konuşmalarında Ankara'nın bu konudaki "ilgisizliği"nden duyduğu düş kırıklığını dile getiriyordu.
Türk yetkililer ise, Türkiye'nin giderek artan doğalgaz ihtiyacını, Şahdeniz dahil, "çeşitli kaynaklar"dan sağlamak istediğini her vesile ile tekrarladı. İlerisi için düşünülen önemli bir kaynak da Türkmenistan idi. Ancak Türkmen liderinin (özellikle ABD ile olan uyuşmazlığı nedeni ile) "nazlanması" karşısında, Trans - Hazar projesi rafa kaldırıldı. Ama Şahdeniz opsiyonu, canlı tutuldu.Son haftalarda fiyat ve teknik konular tartışıldı, zaman zaman pazarlıklar çetin geçti. Ama sonunda mutabakat sağlandı. Ve önceki gün Aliyev'in Ankara'yı ziyaretinde, biri hükümetler arası, diğeri şirketler arası olmak üzere, iki anlaşma imzalandı.* * *ANLAŞMAYA göre, Azeri gazı, Şahdeniz'den Gürcistan yolu ile Erzurum'a ulaştırılacak. Türkiye kendi topraklarındaki 250 kilometrelik boru hattını kendi döşeyecek.
<#comment>#comment>Henüz iki yıl önce Batı, Sırpların gazabına uğrayan Kosova'daki Arnavutları kurtarmak için seferber olmuştu. NATO ilk kez giriştiği bir askeri harekatla Sırplara "dur" demiş, ülkelerinden kaçan Arnavutların evlerine dönüşlerini sağlamıştı.
Şimdi Arnavut militanlar, saldırgan konumundalar. Ve iki cephede birden hareket halindeler. Biri, Yugoslavya'nın en geniş federe cumhuriyeti olan Sırbistan'ın güneyinde, Arnavutların da yaşadığı Preşeva bölgesi... Diğeri ise, Makedonya'nın Kosova ile sınırı bulunan kuzeybatı kesimi...
Arnavut gerillalarının (veya Sırpların ve Makedonyalıların deyişi ile "teröristlerin") son zamanlarda her iki cephede yoğunlaşan saldırıları, sadece bu ülkeleri değil, tüm dünyayı ayağa kaldırmış bulunuyor. Dün Sırplara karşı cephe alan Batı (NATO) şimdi Arnavutları durdurmaya çalışıyor."Guardian" gazetesi bu garip ve çelişkili durumu şöyle ifade ediyor: "Dünkü kurbanlar bugünün belalıları oldular... Farkına varılmadan Balkanlar'da (Batı tarafından) adeta bir canavar yaratıldı."* * *KOSOVA'da NATO operasyonlarının ardından hayatın normale döneceği, Arnavutlarla Sırpların geçici bir statü ile birlikte barış içinde
<#comment>#comment>
Demokrasi, reform ve temiz yönetim... Bütün ulusların ve özellikle gelişme halindeki toplumların arzusu ve hedefi bu.
Tayland'da geçen ocak ayında iktidara geçen "Thai Rak Thai" (TRT) yani "Taylandlılar Tayland'ı Sever" partisinin seçim programı - ve vaadi de - bu idi.
Yeni Başbakan Thaksin Shinavatra, şimdi bu zor misyonu gerçekleştirmek için kollarını sıvamış bulunuyor.
Bunda, seleflerinden daha başarılı olup olmayacağını zaman gösterecek. Ancak Tayland'ın bu bağlamda konumu önemli. Pek çok gözlemci, bu ülkeyi, Güneydoğu Asya bölgesi, hatta genelde gelişme halindeki uluslar için bir "model" olarak gösteriyorlar. Ve tabii "Tayland deneyi"nin başarılı olmasını diliyorlar.
<#comment>#comment>PHUKET (TAYLAND) Türk insanı, vatanından binlerce kilometre uzaklıktaki bir ülkede (özellikle gelişme halindeki uluslardan biri ise) bölgenin siyasal, sosyal ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınca, ne denli şaşırıyor. Duydukları veya gördükleri, Türkiye'deki şartları o kadar çağrıştırıyor ki...
Örneğin Tayland'ı ele alalım: On - on beş yıl öncesine kadar Türkiye'de adı bile pek işitilmeyen Güneydoğu Asya'nın bu egzotik ülkesi, şimdi Türk turistlerinin - hele bayram ve diğer tatil dönemlerinde - rağbet ettiği bir yer.
Dinlenme ve eğlence (ve de alışveriş) arasında Türkler, bu ülkeyi, çeşitli özellikleri ile de keşfediyorlar...
Aynı grup içindeki vatandaşlar, rehberlerinden veya temas ettikleri Taylandlılardan duydukları ya da gözledikleri karşısında, "hayret, burası bize ne kadar benziyor" demekten kendilerini alamıyorlar...
* * *
GERÇEKTEN Tayland'ın, Türkiye'ye benzeyen yanları var. Tabii farklı olan tarafları olduğu gibi...
<#comment>#comment>
Hindistan'dan Çin'e, Japonya'dan Tayland'a kadar, bütün Budist dünyası şok ve infial içinde... Afganistan'da Taliban yönetiminin, yalnız Budistlerin değil tüm insanlığın değerli bir kültür mirası saydığı Buda'nın iki dev heykelini tahrip etmeye karar vermesi, dünyanın bu bölgesini ayağa kaldırmış bulunuyor.
Taliban militanlarının bu vandalizmine karşı büyük öfke duyan ülkeler arasında Tayland da var. Bu ülkenin 60 milyon nüfusunun yüzde 95'i, Budist inancına mensup. Tayland'ın Budist dünyasında mümtaz bir yeri var. Dünyanın altından yapılmış en büyük heykeli, Bangkok'ta. Bu 800 yıllık heykel, beş buçuk ton som altından yapılmış... Gene dünyanın en yüksek Buda anıtı (120 metre yüksekliğinde) Bangkok'un 56 km. batısındaki bir pagoda'da... Ve gene dünyanın tek bir parça jad'dan yontulmuş "Zümrüt Buda" adını taşıyan heykel de, Tayland'ın zengin Budist kültürünün nadide eserlerinden biri... Buna bir de ülkenin çeşitli bölgelerinde faaliyette bulunan 30 bin Budist mabetini ve 250 bin Budist rahibini eklerseniz, bu inancın Tayland'da ne ölçüde yaygın ve etkin olduğunu kolayca anlayabilirsiniz.* * *BUDİST heykellerini, mabetlerini ve anıtlarını büyük
<#comment>#comment>Bazılarımız Piet Dankert adını hatırlar. Bu ünlü Hollandalı diplomat, özellikle 1980'lerde, Avrupa Parlamentosu'nun Başkanı olarak Türkiye'ye sıkça gelir, Türkiye'nin AB ile bütünleşmesi çabalarına destek vermekle beraber özellikle demokratikleşme konusunda bazen eleştirel, bazen uyarıcı beyanlarda bulunurdu...
Dankert hafta içinde İstanbul'da idi. Bilgi Üniversitesi'ndeki bir konferansta, Türkiye'nin AB üyeliği için neler yapması gerektiğini anlattı. Ve siyasi reformların gerçekleşmesinin önemini vurgulayarak "Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesi için neler yapılacaksa, şimdi yapılmalı" şeklinde bir de mesaj verdi.
Dankert ile önceki akşam bir yemekte buluştuk. Avrupa Parlamentosu'ndaki havanın şimdi eskisine nazaran daha iyi olduğunu söyleyince, bunu neye atfettiğini sorduk. Bunu iki nedene bağladı: Biri, Türkiye'de demokratikleşme yolunda atılan adımlar ve Ulusal Program ile reformlar konusunda girişilen taahhütler. İkincisi, Avrupa Parlamentosu'nda birçok temsilcinin Türkiye'ye daha yakın ilgi ve anlayış göstermesi.Bu noktada Dankert'e şunu sorduk: Genel olarak Avrupa için Türkiye'ye destek sağlamak için öncelikli faktör hangisidir? Siyasal