Başta yapılan uyarılar oldukça sertti. Daha geçen yaz Başbakan Erdoğan Kıbrıs Rum yönetiminin 1 Temmuz 2012’den itibaren AB dönem başkanlığına gelmesi halinde, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini askıya alacağını söylemişti. Ondan sonra Ankara’da yapılan açıklamalarda, bunun AB ile ilişkilerin topyekün kesilmesi anlamına gelmediği, ancak Türkiye’nin Kıbrıs Rum yönetimini tanımaması nedeniyle onun işgal edeceği Başkanlık makamı ile hiçbir temas kurmayacağı ve dolayısıyla müzakereleri sürdürmeyeceği belirtilmişti...
O gün geldi ve Güney Kıbrıs, 27 üye ülkenin dönüşümlü olarak üstlendiği Başkanlık koltuğuna oturdu. Yani Rum yönetimi önümüzdeki altı ay boyunca, AB’nin politikalarına yön vermeye çalışacak, pek çok toplantıya başkanlık edecek ve ev sahipliği yapacak.
Türkiye tabii bundan hiç hoşlanmıyor. Geçen yıl verilen demeçler bu kızgınlığı yansıtıyordu. Ama açıkçası bu tepkinin bir etkisi olamazdı. Başkanlık sırası Kıbrıs’a gelince, AB’nin bu işi Hristofyas yönetimine teslim etmemesi imkânsızdı.
Gerçekçi olmak gerek. Türkiye Kıbrıs Rum yönetimini tanımıyor ve Hristofyas’ı görmezlikten geliyor, ama AB’nin -ve genelde uluslararası toplumun- tavrı tamamen farklı.
Dolayısıyla aynı tepkiyi sürdürmek, hiçbir şeyi değiştirmez. Eğer AB üyeliği hedefi korunuyorsa, bu sürecin “yeni Kıbrıs etkeni”nden zarar görmemesine dikkat etmek gerek...
“Kediye ciğer...”
Tabii AB’de şu sırada Güney Kıbrıs’ın başkanlık koltuğuna oturmasından memnun olmayanlar da var. Bunun nedeni, birliğin içinde bulunduğu kriz ortamında, Kıbrıs Rum kesiminin de çok ciddi ekonomik sarsıntı geçirmekte olmasıdır.
Gerçekten “Kıbrıs Cumhuriyeti”, Yunanistan kadar olmasa da, Portekiz, İspanya, İtalya gibi üye ülkeler gibi dışarıdan bir yardım paketine muhtaç. Üstelik nüfusu sadece 800 binden ibaret olan bu küçük ve bölünmüş ülkenin bir “AB birikimi” ve onu yönetecek kapasitesi ve deneyimi yok. Rum yetkililer dahi, bu işin kendileri için bir “test” olacağını kabul ediyorlar.
Bu zor şartlar altında yarın yeni dönem programını açıklayacak olan Hristofyas yönetiminin birliğin karşılaştığı sorunları halletmek konusunda başarılı olup olmayacağı zamanla anlaşılacak.
Kıbrıs Türk tarafı buna şüphe ve istihza ile bakıyor. KKTC Dışişleri Bakanı Hüseyin Özgürgün AB’nin başkanlığı Kıbrıs Rumlarına bırakmasını “kediye ciğerin teslim edilmesi”ne benzetti ve “demek ki AB buymuş” şeklinde konuştu...
Neyse, işin bu yönü AB yöneticilerini alakadar eder. Türk tarafı için önemli olan Kıbrıs Rum başkanlığının Türkiye-AB ilişkilerini ve üyelik perspektifini nasıl etkileyeceğidir. Bir de tabii, Kıbrıs sorununun çözümünü...
Yukarıda belirttiğimiz gibi, baştaki algı, bu yüzden AB ile katılım sürecinin askıya alınacağı şeklindeydi. Aslında, süreci askıya almak, bütün temasları kesmek diye bir şey yok. Türkiye tanımadığı Rum yönetiminin başkanlığı sırasında, bu makamla görüşmeyecek, davetlerine katılmayacak, onu muhatap saymayacak. Ama AB ile ilişkiler, sadece Başkanlık ile yürütülmüyor. Komisyon dahil, birçok organla temasların ve işbirliğinin devam etmemesi için bir neden yok. Yani topyekün bir kopma söz konusu değil.
Jest olsun diye...
Müzakereler bu dönemde de devam etmeyecek. Fakat gündemdeki 3 faslın bundan önceki Danimarka başkanlık döneminde de bir türlü ele alınamadığını unutmayalım.
Şimdi Rum yetkililer -herhalde AB kamuoyunu etkilemek için bir jest olarak- Türkiye’ye bir zeytin dalı uzatıyorlar. Hristofyas’ın yarın okuyacağı programda, Türkiye’nin üyeliğine destek vaat ediliyor. Rum Dışişleri Bakanı “Türkiye’ye, bir sandalye rezerv edeceğiz” diyor...
Belki Kıbrıs müzakerelerinde 1 Temmuz’a kadar çözüm gerçekleşseydi, bu mümkün olurdu. Ama ne yazık ki 4 yıldır süren doğrudan müzakerelerden bir sonuç çıkmadı ve diyaloga “son” demeyelim ama “ara” verildi.
Önümüzdeki aylarda bu yönde yeni bir girişim olur mu, bilemiyoruz. BM Genel Sekreteri’nin önündeki “ivedi sorun” Kıbrıs değil doğrusu. Kaldı ki Rum kesiminde önümüzdeki şubatta cumhurbaşkanlığı seçimi var. Ve Hristofyas da aday değil. Yani ufukta adanın birleşmesi yönünde bir çözüm görünmüyor. Rum yönetiminin AB başkanlığına geçmesi de olumlu bir etken olacağa benzemiyor...