Sami KOHEN
DIŞİŞLERİ Bakanı İsmail Cem'in 2 günlük Roma gezisi, Türk diplomasisinin yeni
"AB atağı"nın ilk hamlesini oluşturuyor.
AB'nin önümüzdeki Aralık'ta Lüksemburg'da yapacağı ve üyelik başvurusunda bulunan ülkelerin hangileri ile müzakere sürecinin başlayacağı kararını kesinleştireceği zirve toplantısına 4 ay kala, Ankara'nın giriştiği kampanyanın amacı, Türkiye'nin diğer adaylarla aynı safta yer almasını sağlamaktır.
Bu bağlamda, Cem'in İtalya'daki temaslarını, önümüzdeki hafta Paris'e yapacağı ziyaret izleyecektir. Bu arada gelecek haftanın sonunda AB'nin dönem Başkanı Lüksemburg Dışişleri Bakanı Poos Ankara'ya gelecektir. Minik Lüksemburg'un etkin başkanlık görevini Aralık ayına kadar sürdüreceği ve Poos'un da geçmişte Türkiye'nin AB üyeliğine pek sıcak bakmadığı göz önüne alınırsa, Türk yetkilileriyle yapacağı görüşmelerin önemi kolayca anlaşılır.
Türkiye'nin "AB atağı", Eylül'de yoğunlaşacak, BM Genel Kurulu'nun açılışına gidecek olan Dışişleri Bakanı Cem, Avrupalı meslektaşları ile New York'ta bir dizi görüşme yapacaktır.
Bu arada tabii en önemli gelişme, Başbakan Mesut Yılmaz'ın önümüzdeki ay Bonn'da Başbakan Helmut Kohl ile buluşması olacaktır. Türkiye'ye AB kapısının açık tutulmasında Almanya'nın takınacağı tavrın belirleyici bir faktör oluşturduğu malum. Bu bakımdan Yılmaz'ın Alman hükümetini engelleyici tutumundan vazgeçirme misyonu, "AB atağı"nda özel bir yer alıyor.
* * *
CEM'in "AB atağı"na Roma'dan başlaması rastlantı değil.
İtalya'nın AB'nin "genişleme politikası" konusundaki yaklaşımı, Komisyon'un sergilediği tutumdan farklı ve Türkiye'nin beklentilerine daha yakındır.
Son haftalarda Roma'dan Ankara'ya gelen raporlar, İtalya'nın Türkiye'nin adaylığı ve genel olarak AB'nin genişleme politikası hakkında uzlaşıcı formüller üzerinde çalıştığı mesajını veriyordu. Önceki gün İtalyan Dışişleri Bakanı Lamberto Dini'nin Hürriyet'te yayınlanan makalesi, İtalya'nın tutumuna açıklık getirdi.
Dini, önerdiği formülü şu iki cümle ile ifade ediyor: "İtalyan hükümeti Aralık'ta Lüksemburg'daki toplantıda 1998 başında start alacak olan genişleme sürecinin bütün aday ülkeleri kapsamını sağlayacak bir strateji kararının çıkmasını uygun görmektedir. Bu strateji, katı sınıflandırmaları ve dışlamaları önlemelidir"...
İtalyan Bakan bu noktadan haraketle, tüm aday ülkelerle çeşitli alanlarda bir "danışma süreci"nin başlatılmasını ve böylece "katılımcılar konvoyunun birlikte yola çıkmasını ve kimsenin kalkış durağında bırakılmamasını, yavaş olanların da diğerlerinin süratini etkilememesini" tavsiye ediyor...
Dini'nin bu görüşü, Türkiye için önem taşıyan şu iki hususu ortaya koyuyor:
1) Üyelik başvurusunda bulunan tüm ülkeler "aday" sayılıyor. (Oysa Komisyon'un kararı öyle değildi). 2)
Tüm adaylarla müzakere için start işareti aynı zamanda (yani eşit şartlarla) verilecek, hiçbiri baştan dışlanmayacak, ancak müzakere sürecine aday ülkeler niteliklerine göre dahil edilecektir...
* * *
TÜRKİYE'nin tercihi tüm adaylarla müzakere sürecinin aynı anda başlaması, diğer bir deyişle kendisinin de "ilkler" arasında yer almasıdır. Ancak, bu görüşün AB'de rağbet görmediği açık.
Buna karşılık İtalya'nın önerisi, Komisyon'un tavsiyesinden daha makul ve gerçekçi. Bu en azından Türkiye'nin de eşit koşullarda aday sayılmasını sağlayacaktır. Bu arada Türkiye, AB'nin beklentileri doğrultusunda iç ve dış politikada bir hareketlilik gösterebilirse, müzakere süreci kulvarına fazla gecikmeden girebilecektir.
İtalyan "formülü"nün ayrıntıları ve bunun Lüksemburg zirvesinde benimsenmesi şansları, Cem'in Roma'daki temaslarının sonunda daha iyi anlaşılacıktır.
Yetkililer, İtalyan girişiminin AB Komisyonu'nun tavsiyelerinin birçok AB üyesini tatmin etmediğini ortaya koyduğunu ve buna (Fransa, Hollanda, İspanya gibi) diğer ülkelerin de katılabileceğini söylüyorlar.
AB Komisyonu'nun tavsiyeleri geçmişte de zaman zaman Konsey tarafından değiştirilmiştir. Genişleme politikasında da öyle olması pekala mümkün. Dolayısı ile Türkiye'nin adaylığı konusunda umut - hala - vardır demektir...
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr