Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


İki süreç arasında ilginç benzerlikler var: Türkiye'nin AB üyeliğinin gerçekleşmesi ile IMF desteğinin sağlanması koşulları, bazı temel konularda birbirleri ile örtüşüyor.
İlk benzerlik, esas alınan kriterler ve öne sürülen şartlarla ilgili.
AB, adaylığın tam üyeliğe dönüşmesi - ve bu amaçla müzakerelerin başlayabilmesi için - Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini yerine getirmesini şart koşuyor. İnsan hakları, demokratikleşme gibi esasları içeren bu ölçütlerin yanı sıra, AB'nin şimdiye kadar uygulamaya koyduğu çeşitli yasalardan ve kararlardan oluşan ciltler dolusu "müktesebat"ın da benimsenmesi söz konusu. Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlamasının, Ankara'nın bu geniş alanda "Ulusal Program" çerçevesinde göstereceği performansa bağlı olduğu her vesile ile hatırlatılıyor.
IMF ile varılan mutabakatın da kesinleşmesi ve yaşama geçirilmesi için, benzer koşullar var. Bunların ne olduğu sır değil. "Derviş'in Programı" diye anılan eylem planındaki yasal düzenlemeler ve yapısal reformlar, bu şartların başında geliyor. Batılı ülkelerin destek sözü ile harekete geçen IMF'nin, istenilen parasal yardımı yapması da, bu şartlara uyulmasına bağlı.
AB ile olduğu gibi IMF ile de ortaya konan kıstasların ve şartların pazarlığa tabi tutulması söz konusu olamaz. Uygulamadaki yetersizlikler ve aksamalar, sadece gecikmelere yol açar...
* * *
DİĞER bir benzerlik, gerek AB'nin gerekse IMF'nin Türkiye'ye verdiği önemle ilgili.
Türkiye onların açısından sorunlu veya zor bir ülke. Ama aynı zamanda vazgeçilmez, önemli bir ülke. Bunun önemi özellikle jeostratejik konumundan, nüfusundan, kültüründen, Batı'ya ve dünyaya açılma arzusu gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanıyor.
Önceki gün "DaimlerChrysler"in İstanbul'da düzenlediği "AB ve Türkiye" başlıklı seminerde söylenenler ve gece Berlin Filarmoni Orkestrası'nın büyüleyici konseri öncesinde şirketin müdürü Jürgen Schrempp'in konuşması, bu gerçeği bir kez daha ortaya çıkardı.
Geçen hafta sonu Washington'da IMF ve Dünya Bankası'nın toplantıları sırasında konuşulanlar ve ardından yazılanlar da, Türkiye ve uluslararası finans çevrelerince ne kadar değer verildiğini gözlerin önüne serdi.
Diğer bir deyişle, Türkiye'nin konumu, AB ve IMF gibi kuruluşların Türkiye'ye farklı - ve daha sıcak - bakmasına yol açıyor. Bu da, gerçekten Türkiye'nin şansı...
* * *
OLUMSUZ yönde de bir benzerlik yok değil. ABD'de de, IMF'de de Türkiye'ye şüphe ile bakanlar var.
AB içinde Türkiye'nin adaylığına karşı çıkanlar ile, IMF'de Türkiye'ye yeni kredilerin açılmasına muhalif olanların argümanları, aslında birbirinden pek farklı değil.
Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz geçen günkü seminerde, "Türkiye içinde AB üyeliğine engel olanlar"dan söz etti. AB içinde de aynı durum var. Ancak her iki tarafta da, bu engeli aşmak ve bütünleşmeye doğru ilerlemek kararlılığı da hakim. Devlet Bakanı Kemal Derviş'in de önceki gün belirttiği üzere, siyasette olduğu gibi ekonomide de aynı kararlılığı ve görüş birliğini göstermek şart...
Gelinen noktada şimdi Türkiye'nin önünde, çoktandır ihtiyacı duyulan veya özlemi çekilen "siyasal ve ekonomik yenilenme"yi gerçekleştirmek için tarihi bir fırsat var. Bunu kesinlikle kaçırmamak lazım...