Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sami KOHEN

MONTREUX'deki Kıbrıs görüşmeleri, New York'ta olduğu gibi, "BM patronajı" altında yapılıyor. Denktaş ile Klerides'i gözlerden (yani gazetecilerden) ırak, "çok gizli" toplantılarla yüzyüze bir araya getirmek, bir "BM girişimi"dir.
Bu inisiyatif ABD başta olmak üzere, Kıbrıs'la yakından ilgilenen bütün ülkelerin tam desteğine sahip. Buna tabii AB ülkeleri de dahil. Ama gelin görün ki, AB'nin tam Kıbrıs müzakere süreci başlarken, Kıbrıs Rum yönetimi ile üyelik görüşmelerine yeşil ışık yakmakla çözüm bulma şanslarını iyice zayıflatmış bulunuyor.
Dün de belirttiğimiz gibi, Montreux'deki görüşmelere "BM gölgesi"nin düşmesi, ilerlemeyi engelleyen bir faktör oldu. Diğer bir deyişle, BM patronajı altında yapıldığı ve uluslararası camianın desteğine sahip olduğu halde, bu müzakere sürecinde AB birdenbire "belirleyici bir etken" haline geldi.
Şimdi taraflar AB faktörünü bir silah olarak kullanmaya çalışıyor. Hatta - garip görünse de - bizzat AB de...
* * *
AB silahını en etkili biçimde kullanan, kuşkusuz Kıbrıs Rum - Yunan ikilisidir.
AB'nin Klerides yönetimi ile öncelikle üyelik görüşmelerinin başlatılmasına karar vermesi, tabir caizse "kaleyi içinden fetheden" Yunanistan'ın büyük rolü olmuştur. Kıbrıslı Rumlar, Yunanistan'la "paslaşarak" bu oyunu sürdürüyorlar. Klerides yönetimi için, AB üyeliği, her şeyin üstünde ve önünde geliyor. Dolayısı ile "AB kartı"nı kullanarak, Türk tarafına "bizi nasıl olsa alacaklar, siz bu tutumunuzla dışarda kalırsınız ve kaybedersiniz" mesajını veriyor.
Türk tarafı da "AB faktörü"nü kendi lehinde kullanmak çabasında. Denktaş - ve Ankara - kendine uygun çözüm şeklini Rumlara kabul ettirmek için AB'yi bir baskı ardacı olarak kullanmaya çalışıyor. Türklerin verdiği mesaj da şu: "AB üyeliğini şimdilik unutun. Eğer üyelik görüşmeleri başlarsa, Kıbrıs müzakereleri kesilir, KKTC Türkiye ile tamamen bütünleşir"...
Bu bir taktik (veya Rumlar tarafından bir tehdit ya da şantaj) olarak algılanabilir. Ama gerçekten Yunan - Rum tarafı AB'yi bir "baskı silahı" olarak kullanmaya devam ederse, adanın resmen taksimi ve KKTC ile Türkiye arasında tam bütünleşme, kaçınılmaz hale gelecektir.
Türk tarafının AB silahını böyle kullanması, Rumları "yola getirir mi?" Klerides "tamam, çözüm olmadan AB üyeliğinden vazgeçtik" der mi? Açıkçası, demez. Hele AB, "bunu, çözümden sonra düşünelim" demedikçe...
Oysa görülen odur ki, AB de, Kıbrıs'ın üyeliği işini, taraflara baskı için bir silah olarak kullanmak peşinde.
Türklere verilen mesaj açık: "Bir an önce anlaşın. Aksi halde Güney Kıbrıs AB'ye girer, siz dışında kalır ve zarar görürsünüz"...
AB, Rumların kulağına da "Daha uzlaşıcı davranmazsanız, üyelik şansınızı kaybedebilirsiniz" diye fısıldıyor. Ama bunun inandırıcı ve etkileyici olması için AB'nin "çözüm bulununcaya kadar görüşme yok" şeklinde açık bir mesaj vermesi gerekir. AB - en azından şimdilik - bunu yapmaya niyetli görünmüyor. Belki de Yunan vetosundan korkuyor. Böyle devam ettikçe, bu kısır döngüyü kırmak da mümkün değil tabii...
* * *
İKİ senaryo var. Birincisi iyimser: AB tavır değiştirir, Kıbrıs'ın üyeliği görüşmeleri başlar, ama hemen kapanır. BM'nin başlattığı Kıbrıs görüşme süreci ilerler... İkincisi karamsar: AB dahil herkes pozisyonunu korur, müzakereler kesilir. Sonuçta KKTC, Türkiye ile tamamen entegre olur.
Bu durumda KKTC, Türkiye'nin desteği ile, bir dizi önlem alır. Örneğin Maraş açılır, Kuzeyde askeri üsler kurulur, yeşil hat resmi sınır olur, vesaire. KKTC'de bunu arzulayan da var; Türkiye'ye bu derece "bağımlılığı" sakıncalı bulan da...
Ama AB'nin halen oluşturduğu pürüz yüzünden çözüm bulunamazsa, akım ister istemez bu yönde gelişecek...
Bu, adanın resmen "taksimi" demektir.
Ve ilginç olan husus, şu sırada Batı'da bunun belki de en gerçekçi çözüm olacağını düşünenlerin seslerini duyurmaya başlamasıdır. Yarınki konumuz da bu olacak...

Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr