Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sami Kohen

BÜTÜN Avrupa'nın - ve dünyanın - gözü iki gündür Avrupa Birliği'nin (AB) Amsterdam Zirvesi'nde idi.
Avrupa'nın önde gelen 15 ülkesinin liderlerinin bu tarihi toplantısı, yaşlı kıtada ekonomik ve siyasal entegrasyonun gerçekleşmesi yolunda çok önemli bir adım oluşturuyordu.
Amsterdam'da alınacak kararlar, Maastricht sürecini daha ileriye götürecek, AB'nin tek para birimi dahil çeşitli konularda daha fazla bütünleşmesini sağlayacak ve aynı zamanda yeni ülkelere de kapılarını açacaktı.
Bu son husus - yani AB lügatındaki terimi ile "genişleme" konusu - Türkiye'yi yakından ilgilendiriyor. Çünkü Türkiye, aralarında Doğu ve Orta Avrupa devletleri ile Kıbrıs'ın da dahil bulunduğu 11 ülke gibi, bu topluluğa tam üyelik için başvuranlar arasında.
Ne yazık ki, Ankara'da bu kez hükümet değişikliği ile ilgili gelişmeler ve bir türlü sonu gelmeyen politik oyunlar, Türkiye'nin (konu ile ilgili birkaç yetkili dışında) dikkatlerinin Amsterdam Zirvesi üzerinde toplanmasına imkan vermedi.
Bir kez daha Türk kamuoyu, kendisini ilerde dolaylı veya doğrudan etkileyecek bir olayı, medyanın birkaç satırlık haberi ile yetinmek zorunda kalıyor!..
* * *
AB Zirvesi'nden çıkan 150 sayfalık Amsterdam Antlaşması'nın genel içeriği ve bunun Avrupa - ve dünya - politikası ve ekonomisi üzerindeki etkilerini bu köşede değerlendirmeye devam edeceğiz. Ancak bugün, öncelikle Türkiye'yi yakından ilgilendiren "genişleme" konusunda Zirve'de alınan kararın bizim açımızdan ne anlama geldiğine bakalım.
Yayınlanan belgeye göre, hükümetlerarası konferansın şimdi sona ermesi ile, Madrid'de (1995'te) varılan karar doğrultusunda, "genişleme sürecinin yolu açılmış bulunuyor". Bu yönde AB'nin yürütme organı olan komisyon, Temmuz ortalarında, "üyelik başvurularına ilişkin görüşlerini" sunacak. Bu görüşler yıl sonunda Lüksemburg'daki AB Zirvesi'nde ele alınacak ve "Aralık 1997'den sonra en kısa zamanda müzakerelerin başlaması" sağlanacak.
Bu belgede ilginç olan husus şudur: Üyelik beklentisi içinde olan ülkelerin hiçbirinden "aday" diye söz edilmiyor, onun yerine "başvuru" terimi kullanılıyor. Ayrıca başvuruda bulunan ülkelerden hiçbirinin adı da geçmiyor.
Bu, Türkiye açısından önemli bir noktadır. AB böylece başvuruda bulunanlar arasında fark gözetmiyor, onları - şimdilik - aynı "sepet"in içinde sayıyor. Daha açık bir ifade ile, AB en azından bu aşamada, başvuruda bulunanlardan hangisine adaylık statüsünün verileceğini açıklamıyor.
Bu iş, Aralık'ta Lüksemburg Zirvesi'nde görüşülecek. Belki o toplantıda, hangi ülkelerin adaylık için "ilk dalga"ya dahil edileceği, hangilerinin daha sonraki kategoriye bırakılacağı belirlenecek.
Konuyu yakından izleyen bir Türk Dışişleri yetkilisi, bunda Ankara'nın "eşit kriterler"in uygulanması konusundaki ısrarının rol oynadığını belirtiyor.
AB'nin Türkiye'deki temsilcisi Büyükelçi Michael Lake de, bu tutumu Türkiye açısından olumlu buluyor ve şöyle diyor: "Amsterdam toplantısı Türkiye'nin dışlanmak veya yalnız bırakılmak istenmediğini gösterdi. Madrid'de Türkiye, Rusya ve Ukrayna gibi ülkelerin sepetine konmuştu. Şimdi Apeldoorn'daki mutabakat teyid ediliyor ve Türkiye, 11'ler gibi başvuru sahibi ülke sayılıyor."
Nitekim Türkiye, bu statüde 27 Haziran'da gene Amsterdam'da yapılacak "bilgilendirme toplantısı"nda (ve "aile fotoğrafı"nda) yerini alacak.
* * *
TABİİ "bilgilendirme toplantısı", ardından Temmuz'daki "görüş sunma" ve Aralık'taki zirvede "aday belirleme" süreci ile, her şey bitmiyor. Aksine, bütün bunlar "genişleme süreci"nin sadece bir başlangıcıdır.
Yol oldukça uzun ve çetindir. "İlk dalga"da yer alacak olanların da tam üyeliğe kavuşması, en yakın tarih olarak ancak 2002'de mümkün olacak.
Türkiye bu "dalga"da yani "ilkler" arasında yer alabilecek mi? AB'nin "genişleme" işini "ağırdan alması" Türkiye için iyi mi? Yani "nasıl olsa kimseyi almakta acele etmiyorlar, bu da bizim işimize yarar" diyebilir miyiz?.. Bir de Kıbrıs'ın başvurusu "sorunu" var. O ne olacak?
Bunları yarın değerlendireceğiz...

Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr