Geride bıraktığımız 2009, Türkiye’nin “açılımlar yılı” olarak tarihe geçecek. İçeride geniş kapsamlı “demokratik açılım”, dış politikada başta “Ermenistan açılımı” olmak üzere bölge odaklı ataklar hep 2009’da başladı.
Acaba bu açılımlar bu yıl da sürdürülebilecek ve geliştirilebilecek mi?
Bu her şeyden önce hükümetin yenilikçi politikalarını sürdürmekte, belirlenen hedefe doğru ilerlemekte ne kadar kararlı davranacağına bağlı.
Kuşkusuz bunda muhalefetin, çeşitli devlet kurumlarının ve kamuoyunun da rolü olacaktır.
Gerek içte gerekse dışta yeni açılımlarla girilen sürecin zorlu ve sıkıntılı olacağı açık. İlk aşamada görülen olumsuz örnekler bunun açık işaretini veriyor.
Bütün zorluklara rağmen resmi ağızlar “demokratik açılım”a ve dış politika açılımlarına aynı enerjiyle devam edileceğini söylüyorlar. Bu bakımdan 2010 yılı, girişilen taahhütlerin bir sınavı olacaktır.
Pozitif senaryo
Dış politikada bu sınavlardan biri “Ermenistan açılımı” ile ilgili.
Geçen ekim ayında imzalanan protokoller “Karabağ bağlantısı” ile bir tıkanma noktasına geldi. Türkiye şimdi sınırların açılmasını sağlayacak meclis onayı için, Ermenistan’ın Karabağ meselesinde beklenen adımları atmasını bekliyor.
Eğer Minsk Grubu’nun gayretiyle Erivan böyle bir adım atarsa, süreç işleyecek, normal ilişkiler kurulabilecek. Ama Ermenistan Ankara’nın ön şartına karşı direnç gösterir ve hatta protokolleri askıya alma tehdidini uygularsa, bu açılım ölü doğmuş bir bebeğe dönüşecektir.
O takdirde de her şey açılımdan önceki duruma dönecek, bu arada Ermeni diasporası atağa kalkacak, ABD Kongresi’ni ve yönetimini devreye sokmaya çalışacak ve belki de Türk-Amerikan ilişkilerinde gerginlik yaratmayı başaracaktır.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, geçen günkü basın toplantısında hem Karabağ sorununun çözümleneceği, hem de Ankara-Erivan ilişkilerinin normalleştirileceği bir “pozitif senaryo”dan söz etti.
Yılın daha başında “negatif” düşünmek istemiyoruz, ama bu açılımdaki zorlukları görmek ve ona göre yeni ayarlamalar yapmak gerekecek...
Kritik dönem
Açılımlarla ilgili diğer bir sınav da Kıbrıs sorunu ve AB ile ilişkiler alanında yaşanacak.
Bu yılın ilk ayları bu bağlamda kritik olacak. Ankara, Talat-Hristofyas görüşmelerinin en geç mart ayına kadar sonuçlanmasını istiyor. Çünkü nisanda KKTC’de seçim var ve Talat tekrar başkan olmayabilir.
Davutoğlu’nun belirttiği gibi, Türkiye, bir sonuç alınması için BM’nin ve de AB’nin daha aktif bir şekilde devreye girmesini istiyor. Ne var ki, bu gerçekleşse bile, baskıların sadece Rum tarafına yapılacağı anlamına gelmez. Türk tarafının da daha esnek davranması istenecek.
AB açısından bunun bir göstergesi de, Türk limanlarının Rumlara açılmasıyla ilgilidir. Türkiye şimdiye kadar buna karşı direnmiştir. Bu nedenle de, AB, Kıbrıs Rumlarının manipülasyonuyla, üyelik müzakereleri sürecinde birtakım fasılları açtırmıyor. Bu da, ister istemez Türkiye’yi AB ile karşı karşıya getiriyor.
Türk diplomasisinin 2010’da, açılımlar sonrası süreçlerde epey zorlanacağa benziyor...