Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sami Kohen

TÜRKİYE'nin bugün Amsterdam'da yapılacak AB "bilgilendirme" toplantısında, tam üyelik başvurusunda bulunan diğer 11 ülke ile birlikte masaya oturmasına ve "aile fotoğrafı"nda yer almasına sevinmemiz gerek.
Türk diplomasisinin bu grubun ve olayın dışında kalmamak için aylardan beri harcadığı yoğun çabaları hatırlarsak, şimdi Türkiye'nin diğer ülkelerle "eşit şartlarla" "başvuru sahibi ülkeler topluluğu"na katılabilmesini bir başarı sayabiliriz.
Ancak bu sonuç şu veya bu partinin veya kişinin "eseri" değil.
Dışişleri Bakanı Tansu Çiller'in bu yönde gayret sarfettiği bir gerçektir. Onun kadar Dışişleri kadrosunun da bunda büyük katkısı vardır. Bu bakımdan bugün Amsterdam'daki fotoğraf olayını, gene iç siyasete dönük bir gösteri olarak kullanmamak lazım...
Kaldı ki, diğer ülkeler hükümet başkanları düzeyinde temsil edilirken, Ankara'nın şimdiki siyasal kriz döneminde, "gidici" olarak sayılan (ve AB çevrelerinde saygınlığını yitirmiş olan) Tansu Hanım tarafından temsil edilmesi de, doğrusu Türkiye'nin itibarına ve etkinliğine fazla bir şey kazandırmayacaktır.
* * *
AMSTERDAM'da Türkiye'nin "eşit" koşullarla başvuru sahibi ülkeler arasında yer alması çok iyi ama, bu AB'nin üyelik konusunda görüşme sürecini başlatacağı "ilk adaylar" sınıfına gireceği anlamına gelmiyor.
Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, "ilkler"e hangi ülkelerin dahil edileceği, Aralık'ta Lüksemburg'daki zirvede belli olacak. Ancak Türkiye açısından, 22 Temmuz da önemli bir tarihtir. Genel İşler Konseyi, o tarihte Türkiye ile ilgili raporu görüşecek. Ana hatları ile bu rapor, Türkiye'nin AB'nin üyelik konusundaki "ekonomik kıstasları"na uygun olmakla beraber, "siyasi kriterleri"ne uymadığını öne sürüyor. Zaten AB Komisyonu'nda ve diğer organlarında yaygın görüş de budur.
Kabul etmeli ki, Türkiye son zamanlarda beklenen siyasal reformlar ve özellikle bazı uyum yasaları alanında herhangi bir ilerleme kaydetmemiştir. Hatta bu konular ve genelde Türkiye'nin Avrupa vizyonu, nerede ise unutulmuş, gündemden düşmüştür.
Açık konuşalım: Türkiye'nin, AB'nin aday olarak kabul edeceği "ilkler" (büyük olasılıkla Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan) arasında yer almak için, öne sürdüğü argümanlar, özellikle siyasal alandaki yetersizlikleri nedeni ile, inandırıcı sayılmıyor. Bazı Avrupalı dostlarımız, Türkiye'ye - negatif anlamda - farklı bir gözle bakmıyor mu? Bakıyor. Türkiye'nin AB ile 30 küsur yıllık sıkı bağları nedeni ile, üyeliğe en yakın adaylar arasında sayılması gerekmez mi? Gerekir... Ama bütün bu argümanlar, AB'nin gözünde Türkiye'yi siyasal bakımdan "özürlü" bir ülke görünümünden kurtarmıyor.
Bunun aksini kanıtlamak ve inandırıcı olmak için, Türkiye'nin siyasal alanda çoktan yapması gereken işleri ivedilikle gerçekleştirmesi şart.
Avrupa ile bütünleşmeyi öncelikli olarak gündeminde tutan Türk diplomasisinin sıkıntısı, bu yöndeki girişimlerin adeta bir "yıldırım harekat"la yapılması gerektiği şu sırada, ülkenin fiilen hükümetsiz ve siyasi iradenin felç olmasıdır.
* * *
EĞER Türkiye'nin AB üyeliği şansını (bu kez de) kaybetmesi istenmiyorsa yeni hükümetin yapacağı ilk iş bu konuya el atmak ve zamanla yarışırcasına bir yandan içerde reformları gerçekleştirirken, bir yandan da dışarda enerjik girişimlerde bulunmak olmalıdır.
"Başvuru sahibi" onbir ülke, "ilkler" arasında yer almak için içerde ve dışarda, müthiş bir faaliyet içindeler. AB ile üyelik, onların siyasal gündemlerinin başında yer alıyor. Bu ülkelerde meclis, partiler, medya, kamuoyu buna sahip çıkıyor. Geçen hafta Polonya Dışişleri Bakanı ülkesinin AB ile uyum sağlamak için çıkardığı yasalardan ve aldığı önlemlerden söz ederken, şöyle dedi: "Bunları yapıyoruz, çünkü yapmak zorundayız, çünkü biz Avrupalıyız"...
Ya biz?..

Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr