Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       AVRUPA Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM)'nin Güneydoğu raporunu "kötünün iyisi" sayılan bir şekle bağlaması, Türkiye'yi rahatlattı.
Eğer rapor, İsviçreli milletvekili Bayan Vermot - Mangold'un hazırladığı metin gibi çıksaydı, Türkiye gerçekten çok sıkışacak ve sıkıntıya düşecekti. Belki de bu yüzden Türkiye ile Avrupa Konseyi arasındaki ilişkiler - AB ile olduğu gibi - gerginleşecek, hatta kopma noktasına gelecekti.
Oysa Konsey, Türkiye'nin Avrupa ile en eski ve güçlü bağını sağlayan bir kurum. AB'nin aksine, Türkiye AK'nin kuruluşundan beri (1949) faal üyesi. Bugün üye sayısı 40'ı bulan Konsey'in en önemli organlarından biri, Türkiye'nin çeşitli partilerden 12 milletvekili ile temsil edildiği 572 üyeli Parlamenterler Meclisi.
İşte bu hafta toplanan bu Meclis'te, Vermot - Mangold'un hazırladığı uzun başlıklı - "Güneydoğu Anadolu'da ve Kuzey Irak'ta Yerlerinden Edilmiş Kimselerin ve Göçmenlerin İnsani Durumu" - raporu ele alındı. Rapor önce iki milletvekilimizin - Ali Dinçer ve Atilla Mutman'ın - üyesi bulunduğu Göç Komisyonu'nda, daha sonra Genel Kurul'da tartışıldı ve çoğu Türk milletvekillerinin sunduğu 52 önerge ile uğradığı değişikliklerden sonra kabul edildi.
* * *
AVRUPA Konseyi'nde sergilenen tavırdan çıkarılması gereken sonuçları incelemeden önce, rapordaki "iyi" ve "kötü" noktalara bakalım.
Raporun "iyi" tarafı başta önerilen "Uluslararası Parlamenterler Konferansı" maddesinin kaldırılmasıdır. Bu madde Türkiye'deki ve Kuzey Irak'taki Kürtlerin durumunu ve geleceğini görüşmek için ilgili tüm tarafların bir Konferansa davet edilmesini öngörüyordu. Bu, sorunun enternasyonalize edilmesi ve Türkiye'nin bazı güçleri muhatap saymaya zorlanması anlamına geliyordu ki, Ankara'nın bunu kabul etmesi zaten mümkün değildi.
Raporun "iyi" diğer bir unsuru da, metne terör sözcüğünün dahil edilmesi ve PKK'nın bu tür eylemlerde bulunmasını kınamasıdır.
Nihayet gene "iyi" kategorisine eklenebilecek diğer bir unsur da, baştaki taslakta kullanılan "Kürt halkı" terimi yerine "bölge halkı" ifadesine yer verilmesidir.
Bu olumlu unsurlara rağmen, raporun "kötünün iyisi" sayılmasına yol açan olumsuz noktaların başında, Türkiye'nin Kürt asıllı vatandaşlarına siyasal haklar tanımasını ve azınlıklarla ilgili uluslararası antlaşmaları imzalamasını istemesidir. Bu, Ankara'nın öteden beri karşı koyduğu taleplerdir.
Raporun diğer "kötü" unsurları ise orduyu köylerin yakılmasından sorumlu tutması, Türk hükümetini bölge halkına karşı "saldırılar"a son vermeye, OHAL'i ve köy korucularını kaldırmaya, Kuzey Irak'a karşı operasyonlardan kaçınmaya çağırmasıdır. Bu da, Türkiye'nin izlediği politikaya ters düşen isteklerdir.
Ne var ki, değişiklik önergeleri ile nispeten "iyileştirilen" rapor, hiç olmazsa daha dengeli hale getirilmiştir. O kadar ki, buna kızan Raportör Vermot - Mangold kendi raporuna karşı oy vermek zorunda kalmıştır!
* * *
BU olaydan çıkarılacak sonuçlara gelince:
1. Ta 1992'de alınan bir karara göre hazırlanan Kürt raporunun siyasal ağırlıklı bir metin olarak şu sırada gündeme gelmesi anlamlıdır. AKPM'de bazı çevrelerin gayreti sonucunda, konu fiilen bir "Kürt meselesi" olarak bu önemli foruma taşınmıştır.
2.
Raporla ilgili karar alındığı zaman, bunun - rapor başlığının da yansıttığı gibi - "insani durumu" ele alması düşünülmüştü. Oysa bu çalışma, özellikle Kürt yanlısı çevrelerin çabası ile, siyasal bir nitelik almıştır.
3.
Türk milletvekilleri Strasbourg'da "kötü" bir raporun çıkmasını önlemek için başarılı bir kampanya yürütmüşlerdir. Sonuçta AK, daha anlayışlı ve gerçekçi bir yaklaşım sergilemiştir.
Ancak Ali Dinçer'in de belirttiği gibi, "Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşmesi için eksiklerini ve yetersizliklerini bir an önce gidermesi gerekiyor. Türkiye'de asıl tartışılması gereken sorun, başkanlık sistemi değil, merkeziyetçilikten yerel yönetim sistemine geçiş konusudur."
Avrupa bunu konuşuyor ve uyguluyor...



Yazara E-Posta: S.Kohen@milliyet.com.tr