Sami KOHEN
GEÇEN hafta sonu bir Mısır gemisinin, Rus S - 300 füzeleri parçalarını taşıyabileceği kuşkusu ile Çanakkale Boğazı'nda durdurulup kontrola tabi tutulması,
"Boğazlardan geçiş sorunu"nu yeniden gündeme getirdi.
Geminin durdurulmasında herhangi bir olay çıkmaması ve yapılan ihbarın doğru çıkmaması, aslında bir krizin patlak vermesini önledi. Mısırlı kaptanın Türk yetkililerine istenilen bilgileri vermesi sayesinde, Ukrayna'dan gelen ve İskenderiye'ye gitmekte olan gemide, başka tip bir füzenin parçalarının bulunduğu ve bunların Mısır'a ait olduğu anlaşıldı...
Ancak bu olay, Türkiye'nin Boğazlardan geçen gemileri, bir ihbar ve şüphe üzerine, durdurma yetkisine sahip olup olmadığı sorusunun tartışılmasına yol açıyor. Rusya'nın Güney Kıbrıs'a S - 300 füzelerini her an teslim edebileceği ve bu silahların Boğazlardan geçen gemilerden birinde olabileceği varsayımı, böyle bir olayın tekrarlanması olasılığını - ve riskini - yaratıyor.
Bu nedenle, Boğazlardan geçen gemilerin kontrolu konusunu, olası sonuçlarını da hesaba katarak, etraflıca incelemek gerekiyor...
* * *
İLK bakışta Boğazlardan geçişi düzenleyen 1936 Montreux sözleşmesi, Türkiye'ye yabancı gemileri durdurmak ve aramak hakkını vermiyor. Anlaşmanın ikinci maddesi "ticaret gemilerinin bayrak ve yükü ne olursa olsun, gündüz ve gece hiçbir işleme bağlı olmadan Boğazlardan geçiş tam serbestliğini" tanıyor.
Yabancı gemiler - ve yabancı hükümetler - buna dayanarak, Türk makamlarının, "yük"ün silah olabileceği varsayımı ile müdahalede bulunmasına karşı çıkabilirler. Bunun, aynı zamanda Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin ihlali olduğunu da öne sürebilirler.
Buna karşılık Türkiye'nin ortaya attığı hukuki ve siyasi argümanlar var.
Kabul etmeli ki, hukuki argüman, tartışmaya bir hayli açık. Hele sözleşmelerin sadece "lafzı"na bağlı kalınır ve daha esnek bir yorum getirilmezse...
1990'ların başlarında Hazar petrolünün önemli bir kısmının Boğazlardan geçirilebileceği konusunun gündeme gelmesinden sonra, Türkiye'de Boğazların statüsü üzerinde ciddi çalışmalar başladı. Bu arada İstanbul'da 1994'te "Türk Boğazları Gönüllü İzleme Grubu" adı altında, hukukçulardan ve diplomatlardan oluşan bir tim kuruldu. Koordinatör olarak, deneyimli eski Büyükelçi
İsmail Soysal'ın, üyeleri arasında Deniz Hukuku Derneği'nden
Gündüz Aybay'ın bulunduğu bu grup, incelemeleri ile, Boğazlar üzerinde yeni stratejilerin belirlenmesine yardımcı olmaya çalışıyor.
Bu grubun argümanları şöyle özetlenebilir:
Evet, Montreux sözleşmesi sınırsız serbest geçişi öngörüyor. Ama unutmamalı ki, bu 61 yıl önce imzalanan bir anlaşma. O günden bu yana şartlar çok değişti. (Örneğin o tarihlerde tanker bile yoktu).
Kaldı ki, sözleşme, egemenlik, güvenlik ve uluslararası hukukun tanıdığı yetkileri zedeleyecek biçimde yorumlanamaz. Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi'nde de (19'uncu maddenin A bendi) gemilerin geçerken dikkate alacağı hususlar arasında, taşıdığı yükün "tehdit" oluşturmaması koşulu yer alıyor. Türkiye, S - 300'lerin kendi güvenliği için bir tehdit olduğunu defalarca dünyaya ilan etmiştir...
* * *
TABİİ bu argüman çok tartışılabilir. Rusya başta olmak üzere, kısıntısız ve kontrolsüz geçiş serbestisini savunan ülkeler bu görüşü hiçbir zaman kabul etmeyecektir. Nitekim dün Rus basınındaki yazılar da bunu gösteriyor.
Ankara da bunu biliyor ve bu nedenle siyasal bir tavır sergileyerek "Türkiye, kim ne derse desin, güvenliğini ve egemenliğini korumak zorunluluğunu duyduğu hallerde yabancı gemileri denetleyecek veya gerekli kısıtlamaları uygulayacaktır" diyor.
Son olayın nedeni Rusya'nın S - 300'leri, Ağustos 1998'den önce Rumlara teslim edeceğine ilişkin haberlerdir. Tabii bu haberlerin doğruluk derecesi belli değil.
Kaldı ki, Rusya'nın bu silahları, başka yollardan sevketmesi olasılığı daha fazla...
Ama Ankara, "risk payı"nı düşürmek için müdahalelerini sürdürmeye kararlı.
Bu durum, bir yandan Boğazlar üzerinde yeni tartışmalara, öte yandan yabancı ülkelerle (ve Rusya ile) yeni sürtüşmelere yol açma tehlikesini yaratıyor...
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr