Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


ABD Yönetimi'nin Kuzey Kore'ye karşı elli yıldır uygulanan yaptırımlara son vermeyi planladığına ilişkin açıklaması, "ambargoların yararı var mı?" sorusuna güncellik kazandırıyor.
Washington'ın Kuzey Kore'yi ekonomik ve siyasal baskı altında tutma politikasını yeniden gözden geçirmeye iten neden, bu ülkenin yeni lideri Kim Jong - il'in, babası Kim il - Sung döneminde izlenen katı politikalardan farklı bir tavır alması ve bu hafta Güney Kore ile barışma yönünde olumlu sinyaller vermesidir.
Kim il - Sung, içeride uyguladığı ideolojik sertlik, dışta da dünyaya meydan okuyan davranışları ile, Kuzey Kore'yi tamamen yalnızlığa itmişti. Uluslararası camianın ülkesine karşı siyasal ve ekonomik yaptırımlar uygulaması, ona vız geliyordu. Ne var ki bunun ağır faturasını, sıkıntı içinde yaşayan, hatta açlık ve sefalete mahkum olan talihsiz halkı ödemiştir ve hala da ödemeye devam etmektedir.
"Büyük lider"in ölümünden sonra iktidara gelen oğlu Kim Jong - il, ülkesinin durumu ile dünya gerçeklerini daha iyi anlamış görünüyor. Bir süreden beri dış dünya ile temasa geçen Kuzey Kore, şimdi Güney Kore ile diyalog kurup barışmak zorunluğunu hissediyor.
* * *
ŞİMDİ akla gelen soru şu: Kuzey Kore'nin tutum değiştirmesi, yıllardır uygulanan ve etkileri açıkça belli olan yaptırımların bir sonucu mudur? Yoksa bu değişikliğin esas nedeni, daha gerçekçi bir liderin işbaşına geçmesi midir?
Kuzey Kore için bu ikinci şık daha geçerli görünüyor. Gerçekten Kim il - Sung hala iktidarda olsaydı, (ülkede hakim olan açlık ve kötü şartlara rağmen) eski politikalar değişmeyecek ve dolayısı ile yaptırımları hafifletmek konusu gündeme gelmeyecekti.
Komünist Kore gibi totaliter rejimlerde, halkın yönetimin kötü veya yanlış politikaları yüzünden çektiği acılar konusunda sesini yükseltmesi ve değişim yönünde etkili olması mümkün değil. Bu gibi toplumlarda değişim, ancak "tepede" (iktidarda veya zihniyette) bir değişiklik olması halinde gerçekleşebilir. Aksi halde "eski tas, eski hamam" durumu devam eder ve toplum aynı sıkıntıları çekmeye mahkum olur...
Kuzey Kore'deki durumu, gene otoriter sistemlerin (veya "tek adam" yönetiminin) hakim olduğu birçok ülkede görüyoruz. Halen uluslararası camianın yaptırımlarla baskı altında tuttuğu bu ülkelerin başında Irak, Libya, Yugoslavya, Küba ve bazı kara Afrika ülkeleri geliyor.
* * *
YAPTIRIM politikasının amacı, "suçlu" sayılan ülkeleri "cezalandırmak" ve onları yola getirmektir. Esas hedef ise, bu ülkelerin başında bulunan, hatalı veya sorumsuzca davranan yöneticilerdir; yoksa çoğu zaman onlardan şikayetçi veya mağdur olan halk kitleleri değil.
Ama gelin görün ki, pratikte yaptırımlardan asıl etkilenen ve zarar gören, diktatörler ve onun etrafındakiler değil, halk kitleleridir. Bunun bize en yakın örneği Irak'tır. Tüm yaptırımlara rağmen Saddam Hüseyin dimdik ayaktadır; ambargonun kahrını çeken ise onun halkıdır.
Buna benzer - gene bize yakın - diğer bir örnek de Yugoslavya'dır. Belgrad'a karşı ambargo Sırp halkına büyük sıkıntı veriyor; ama Slobodan Miloşeviç dünyaya meydan okumaya devam ediyor...
Yaptırım politikalarına karar veren ve bunu uygulayan uluslararası makamlar da bu konuda karşılaşılan başarısızlığın elbet farkındalar. Geçenlerde BM Genel Sekreteri Kofi Annan dahi, yaptırımlardan çoğu zaman sonuç alınmadığını, hatta bunun ters teptiğini ve bu yöntemin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini açıkça söyledi.
Peki, bunun yerine nasıl bir yöntem uygulamalı? Saddam'ların, Miloşeviç'lerin ve benzerlerinin yaptıkları yanlarında mı bırakılmalı, onlara aynı politikalarını sürdürme cesareti mi verilmeli? Bu ülke halklarının içine düştüğü felaketin esas sorumlusu, kendi yöneticileri değil de yaptırım uygulayanlar mı?..
Kofi Annan'ın dediği gibi, uluslararası camia yeni bir yaklaşımla bu "yaptırımlar meselesi"ne artık bir çare bulmalıdır...


Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr