Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dünya 2009’a girerken, büyük bir korku ve karamsarlık içindeydi. 2008’in son aylarında ABD’de patlak veren ve hızla bütün dünyaya yayılan mali krizin, bu yıl boyunca 1930’ların depresyonunu andıran, çok yıkıcı ve dramatik etkilerinin olacağı tahmin ediliyordu.
Gerçekten 2009’un ilk haftalarında bu etkilerin belirtileri görüldü. Başta ABD olmak üzere birçok ülkede bankalar, dev şirketler battı, ekonomiyi felce uğratan bir durgunluk başladı, çok yüksek oranda işsizlik ve bunun yol açtığı sosyal sorunlar yaşandı.
Ancak bütün bu sarsıntılara ve sıkıntılara rağmen, kriz başta tahmin edilen korkunç boyutlara ulaşmadı. Tabii bu resesyon, işsizlik, iflas, yaşam düzeyinde düşüş, yoksullukta artış gibi sorunların ve durumun daha da kötüleşmesi riskinin tamamen bertaraf edildiği anlamına gelmiyor. İsterseniz buna “züğürt tesellisi” deyin, ama dünya yılın ikinci yarısında toparlanmaya ve en azından depresyon tehlikesini atlatmaya başladı.
Bunda ABD dahil, “en kapitalist” ülkelerde devlet müdahalesiyle alınan tedbirlerin, ayrıca uluslararası topluluğun yeni bir dayanışma anlayışıyla hareket etmesinin büyük payı var.
Kriz nedeniyle girişilen yeni uygulamalar aslında kapitalist sistemde bazı düzenlemelerin yapılmasına yol açtı. Gerçi bu kapitalizmin sonu anlamına gelmiyor; ancak devletin daha aktif katılımına yer veren bir ayarlamayı da içeriyor ki, bu da önemli bir gelişmedir...

Değişim dönemi
ABD’deki iktidar değişikliğinin, küresel düzendeki çalkantı ortamında yer alması da bu yıla damgasını vurdu. Barack Obama ocak ayında Beyaz Saray’daki koltuğuna oturduğu andan itibaren “değişim” vaadini yerine getirmek için kolları sıvadı. Mali kriz ona, farklı görüşlere sahip olduğunu göstermek için bir fırsat yarattı. İçte daha “sosyal politikalar” (örneğin sağlık hizmetlerinde) uygulamaya koydu. Dışta ise Rusya’ya, Çin’e yeni açılımlara girişti; Irak’tan çekilme takvimini çalıştırmaya başladı, Arap-İsrail anlaşmazlığında daha dengeli bir tutum aldı. Ama buna karşılık, Afganistan’da “askeri çözüm” seçeneğine (yeni birlikler göndererek) ağırlık verdi; İran nükleer krizinde de “havuç-sopa” taktiğiyle, baskılarını yoğunlaştırma yolunu seçti.
2009, Irak’ta “barışın kazanılamadığı” bir yıl oldu. Afganistan’da ise, “savaşın kazanılamadığı” bir yıl...
Bu arada 2009, Pakistan‘ın da Taliban ve El Kaide gibi örgütlerin eylemlerine sahne olduğu, yani bir bakıma Afganistan’daki tehdidin bölgede yayıldığı bir yıl oldu.

Hep aynı sorunlar
Sona ermek üzere bulunan bu yıl Ortadoğu’daki gelişmeler açısından, hayal kırıcı bir yıl oldu.
Yılın ilk haftalarında yaşanan Gazze dramı bir türlü son bulmadı. Filistin sorununda aynı gerginlikler yaşandı... İran krizi, bölgenin, hatta uluslararası camianın en öne geçen sorunu haline geldi.
Ne yazık ki 2009, yıllardan beri süre gelen bölgesel anlaşmazlıklara, etnik ve dinsel çatışmalara, terör ve şiddete, insanlığın geleceğini tehdit eden küresel ısınma gibi sorunlara bir çözüm getiremedi. Umutlar artık yeni yıla kalıyor...