Başbakan R. T. Erdoğan, önceki gün Şam’ı ziyareti sırasında Türk dış politikasındaki son gelişmelerin bir “eksen kayması” değil, bir “normalleşme” anlamına geldiğini söyledi.
Başbakan görüşünü savunurken Türk dış politikasının seyrini bir derenin akışına benzetti ve “Dereler er ya da geç kendi yatağını bulur... İşte şimdi dere yatağını buldu... Olması gereken yere geliyoruz. Normal ilişki kuruyoruz” şeklinde konuştu.
Başbakan bu sözleri, Suriye ile ilişkiler bağlamında söyledi. Yani Şam ile yeni güçlü bağların kurulmasının doğal bir gelişme olduğunu, bunun dış politikadaki “normalleşme”nin bir işareti sayılması gerektiğini belirtti.
Aslında Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesine, bir “eksen kayması” olarak bakan pek kimse yok. Batı’da böyle bir kaygıyı dile getirenler de Ankara-Şam yakınlaşması üzerinde durmuyorlar. Hatta ABD’nin, şimdi bu yakınlaşmayı olumlu karşıladığı da görülüyor.
Türk dış politikasındaki “eksen kayması” iddiası Ankara’nın bölge ülkeleriyle kurduğu yeni ilişkilerden çok, belirli sorunlar karşısında aldığı tutumdan kaynaklanıyor.
Eski alışkanlık...
Daha açık bir ifadeyle, “eksen kayması”ndan söz edenler, Batı’nın önemsediği meselelerde Türkiye’nin giderek Batı’nın çizgisinden uzaklaşmasını kastediyorlar.
Bunun sebebi de açık: Batılılar, özellikle Soğuk Savaş döneminde, uzun yıllar boyunca, Türkiye’yi her meselede kendi saflarında görmeye alıştılar. Ama dünya değişti; Türkiye de değişti. Ankara şimdi kendi çıkarlarını ve konumunu ön planda tutan, daha bağımsız pozisyonlar alıyor. Bazı hallerde bu tutum, Batı’nın politikalarıyla çelişse de...
İşte, çeliştiği hallerde, Türkiye’nin eksen veya yön değiştirdiği iddiaları ortaya atılıyor. Gerçek şu ki, ister bu ifade kullanılsın, ister Başbakan’ın “normalleşme” deyimi kullanılsın, Türkiye’nin bugünkü dış politikası, dünkünden farklıdır ve bu değişiklik devam etmektedir.
Bu değişiklik, sadece Türkiye’nin halen bölge ağırlıklı “çok boyutlu” bir dış politika izlemesi, yani Batı dışındaki ülkelerle sıkı bağlar kurmasıyla kendini belli etmekle kalmıyor, aynı zamanda bazı uluslararası meselelerde Batı’nın politikalarından farklı pozisyonlar almasıyla da kendini gösteriyor.
Yeni örnek
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri İran ile ilgili tutumdur. Ankara’nın İran’ın nükleer programının yol açtığı krize bakışı kendine özgü. (Bir başka yazımızda bu farklılığın dış ilişkilere etkilerini ele alacağız). Bu arada, bir yeni örnek olarak beliren, “füze savunma kalkanı” projesinden söz edelim.
ABD’nin bu yeni strateji çerçevesinde, füze sistemini Türkiye’de kurmak istediği malum. Bu projenin daha çok İran’la ilgili “tehdit algılaması” üzerinde kurulduğu sır değil. Ne var ki, Türkiye kendi açısından böyle bir tehdit algılamasını benimsemiyor. Ayrıca İran’la ilişkilerine de önem veriyor, onunla gerginlik yaratmak istemiyor. Dolayısıyla Türkiye bu projeye ve ABD’nin isteğine soğuk bakıyor, hatta buna yanaşmıyor.
Soğuk Savaş yıllarında bu tür istekler geldiğinde, Türkiye tereddütsüz işbirliğine girerdi. Bu da Türk dış politikasındaki değişikliğin bir işareti.
Herhalde, önümüzdeki günlerde ve haftalarda bu konudaki tartışmalar bir “eksen testi” oluşturacaktır.