Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       İLK işaretler, bu ayın başında geldi. Başkan Clinton, İran ve Libya'da yatırım yapan yabancı şirketlere - veya ülkelere - karşı yaptırım uygulamaktan vazgeçmeyi planlıyordu. Bu, ABD'nin terörist devlet saydığı bu iki ülkeye karşı izlediği politikayı değiştirmeye hazırlandığı anlamına gelecekti ki, Kongre'nin bir kısmı buna şiddetle karşı çıkıyordu. Nitekim geçen hafta Senato'nun "kodamanları" Beyaz Saray'a gönderdikleri bir mektupta, Başkan'ı böyle bir değişikliğe karşı uyarıyordu...
Clinton, hafta sonu İngiltere'de G - 8 Grubu ve AB liderleri ile temaslarından sonra, kararını açıkladı: ABD, İran ve Libya (ayrıca Küba) ile iş yapan ülke veya şirketleri artık yaptırımlarla cezalandırmayacak.
Böylece ABD Yönetimi, Alfonso D'Amato'nun adını da taşıyan "İran - Libya Yaptırım Yasası"nı - ve ayrıca Küba üzerindeki Helms - Burton Yasası'nı - bir yana itiyor ve geri adım atmak cesaretini gösteriyor...
* * *
CLINTON Yönetimi'nin bu kararı almasında rol oynayan önemli nedenler var.
Bu nedenlerden biri, resmi çevrelerde, yaptırım politikasının pratikte pek işe yaramadığı ve özellikle dost ülkeleri veya onların dev şirketlerini cezalandırmanın ters teptiği görüşünün yaygınlaşmasıdır.
Gerçekten İran'ı ele alırsak, Fransız "Total" ve Rus "Gazprom" şirketleri, Malezyalı "Petromas" ile birlikte, İran'ın güneyinde doğal gaz üretimi için 2 milyar dolarlık bir yatırım projesini hayata geçirmeye kararlı. ABD'nin yaptırım yasasını uygulayıp bu şirketleri cezalandırmaya kalkışması, büyük gürültü koparır. Daha ABD harekete geçmeden, bu ülkelerden ve şirketlerden sert tepkiler gelmeye başladı. Mesele en üst düzeyde görüşüldü ve ABD - AB Zirvesinin gündemine geldi. Clinton'un direnmesi, olsa olsa, ABD ile dost ülkeler ve ABD ile AB arasında ciddi bir kriz yaratabilirdi...
Kaldı ki, İran'a yaptırımların uygulanması da, bu ülkenin ekonomisini elbet çökertmiyor. Hatta, siyasi bakımdan da, İran'ı sanıldığı kadar izole etmiyor...
Üstelik, Clinton'u fikir değiştirmeye iten önemli bir neden daha var: ABD, Hatemi'nin iktidara gelmesinden bu yana, İran'la ilişkilerini düzeltmek için, bilinçli ve ısrarlı bir çaba içinde. Hatemi Yönetimi de buna müsait davranıyor.
Bu durumda ABD'nin bir yandan ekonomik alanda meydanı rakip firmalara terketmesi, diğer yandan siyasi alanda yakınlaşmaya çalıştığı Tahran'daki yeni rejime karşı eski tavrını sürdürmesi, Amerikan pragmatizmine ve çıkarlarına ters düşüyor.
Gerçi şimdilik yaptırımlardan muaf tutulan, yabancı ülkelerdir. ABD (ve Amerikan şirketleri) için "yasak" sürüyor. Ama bu politikanın da ilerde değişmesi, kimseyi şaşırtmayacaktır.
Şimdiye kadar ABD'nin sürdürdüğü İran'ı "tecrit" politikasına karşılık, daha çok Avrupalıların geliştirdiği "eleştirel diyalog" konseptinin, sonunda hakim olması da pekala mümkün.
* * *
ABD'nin yeni tavrı, Türkiye için de önem taşıyor.
İki yıl önce, Türkiye ile İran, doğalgaz anlaşmasını imzaladığı zaman, Washington'dan sert tepkiler gelmişti. O günlerde Refah Partisi'nin hakim olduğu hükümetin İran yanlısı sayılan bir politika izlemesi de, Amerikalıları çok huzursuz etmişti. Hatırlanacağı gibi, ABD yetkilileri resmi beyanlarında bu kaygılarını dile getirmiş, "Botaş"a (yani bir bakıma Türkiye'ye) karşı yaptırım uygulanabileceği uyarısında bulunmuştu. D'Amato ve diğer bazı senatörler de Türkiye'nin yaptırım yasasının kapsamı içinde görülmesi gerektiğini savunmuştu.
Oysa Türkiye buna iki önemli argümanla karşılık veriyordu: Birincisi Türkiye'nin İran'da yatırım yapmadığı, boru hattının sadece Türkiye'deki kısmının "Botaş" tarafından inşa edileceği idi. İkincisi ise, doğalgazın esas Türkmenistan'dan geleceği idi. Nitekim daha sonra ABD'nin bu konuda yumuşadığı ve eski tavrında ısrarlı davranmadığı görüldü...
Şimdi Clinton'un bu yaptırım politikasını terketmesi, kuşkusuz Türkiye'yi rahatlatacak ve İran'la ekonomik ilişkilerini serbestçe geliştirmek olanağını verecektir...


Yazara E-Posta: S.Kohen@milliyet.com.tr