Libya’daki gelişmeler bölgesel bir rol arayışı içinde bulunan Fransa’nın öne çıkmasına yol açtı. Paris’in Kuzey Afrika-Ortadoğu coğrafyasına gösterdiği yakın ilgi ve son zamanlarda giriştiği ataklar, aynı şekilde bölgede proaktif bir politika izleyen Türkiye ile Fransa’yı rakip durumuna getirmiş bulunuyor.
Fransa’nın Libya’daki karışıklığın daha başında hızla harekete geçip İngiltere’yi de yanına alarak askeri müdahalede bulunmasının arkasında yatan başlıca faktör, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin, Fransa’yı küresel bir güç olarak öne çıkarma hedefi ve hırsıdır.
Diğer bir faktör de, Libya krizinde ve genelde Arap coğrafyasındaki son olaylarda ABD’nin eski müdahaleci tavrı yerine, temkinli, hatta düşük profilli bir duruş sergilemesidir. Bu, son olarak bölgede bir siyasal boşluk yaratmıştır.
Sarkozy işte bu durumdan yararlanarak Libya’da (bunun ardından Fildişi Sahili’nde de yaptığı gibi) inisiyatifini kullanmış ve Kaddafi rejimine karşı net bir tavır takınarak İngiltere ile birlikte hava operasyonlarını başlatmıştır.
Fırsat buldukça...
Sarkozy’nin bu geniş bölgede söz sahibi olmak, nüfuzunu yaymak amacı ve ihtirası yeni değildir. Başkanlık koltuğuna oturduktan kısa bir süre sonra kendisi, hatırlanacağı gibi, “Akdeniz İçin Birlik” (UPM) projesini ortaya atmıştı. Türkiye o zaman bu projeye (özellikle Sarkozy’nin bunu Türkiye’ye AB yerine bir alternatif olarak “satmak” istediği kuşkusu ile) çok soğuk bakmıştı.
Sarkozy’nin sesini bu bölgelerde duyurmak ihtirası ile ilgili başka örnekler de var. Rusya Gürcistan’a askeri müdahalede bulunduğunda, Sarkozy, Kafkasya dosyasını açtı ve Moskova-Tiflis hattında diplomatik girişimlerde bulundu. Hatırlayalım: Tam o sırada Başbakan Erdoğan da aynı hatta atağa geçmişti.
Diğer bir örnek de, Sarkozy’nin Suriye ve Lübnan ile ilgili girişimleridir ki, bu da gene Erdoğan’ın uzlaştırıcı çabaları zamanına rastlar. Tıpkı Gazze meselesinde de olduğu gibi...
Aktörler çekilince...
Yukarda belirttiğimiz gibi, Libya’daki halk hareketi karşısında ABD başta olmak üzere diğer güçlü devletlerin ve kurumların mesafeli davranması, Fransız diplomasisine daha atak davranmak ve ortaya çıkan boşluğu doldurmak fırsatını verdi.
- ABD, Afganistan ve Irak müdahalesinden sonra yeni bir yük ve risk almak istemiyor. Geri planda kalmayı -ama gene de yönlendirmeyi- tercih durumunda...
- AB’nin tutumu, tepkisel ve mesafeli (yani lafta) kalmaktan ibaret. Almanya gibi güçlü üyeler bile seyirci durumunda.
- Arap Birliği BM Güvenlik Konseyi kararında sınırlı bir rol oynadı, o kadar. Afrika Birliği ise son olarak bir arabuluculu çabası gösterdi, ama pek başaramadı.
- Rusya bu işlere hiç karışmıyor.
- İran, Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörler Libya’da rol oynamıyorlar. Onlar daha çok Körfez bölgesinde faal...
Bu durumda Libya dahil, bütün Arap coğrafyasıyla çok yakından ilgilenen ve yoğun diplomatik çabalar harcayan Türkiye -üstelik bu bölgenin bir ülkesi olarak- öne çıkıyor.
Kendisini bir Akdeniz ülkesi olarak da sunan Fransa, aynı şekilde bu bölgede söz sahibi olmak, etkin bir rol oynamak çabasında.
Bu rekabet, Sarkozy’nin Türkiye’ye olumsuz bakışı, Türkiye’nin de Fransa’ya Sarkozy’nin davranışlarına karşılık kızgınlığı yüzünden zaman zaman kırıcı ve gergin oluyor. Oysa iki ülkenin bölgedeki çabaları çekişme yerine, herkesin hayrına bir işbirliği alanı oluşturabilir.
NOT: Bir dış seyahat nedeniyle yazılarıma bir hafta ara veriyorum.