Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       1976'da Bulgaristan Devlet Başkanı Todor Jivkov, Ankara'ya yapacağı önemli bir ziyaret öncesi, bir söyleşi isteğimi kabul etmiş ve gerçekten ilginç bir demeç vermişti. Sofya'daki cumhurbaşkanlığı sarayındaki görüşmemizin sonunda, Jivkov masasının üzerindeki bir kutuyu aldı ve bana uzatarak, "bu küçük armağanın özel bir anlamı var" dedi.
Kutunun içinde bir saat vardı. Hem de o dönemde yeni moda olmaya başlayan dijital bir kol saati.
Saatin üstündeki Bulgarca yazı dikkatimi çekti. "Bu Bulgar malı mı" diye sorarken, "bir de arkasına bakın" dedi. Saatin arkasında Todor Jivkov'un imzası yer alıyordu.
Jivkov büyük gururla anlatmaya başladı: "Evet bu gördüğünüz saat Bulgaristan'da yapılıyor. Hem de benim doğduğum kasabada kurulan yeni bir fabrikada... Bu, ilk numunelerden biri. Önemli ziyaretçilere armağan ediyorum. Böylece Bulgaristan'ın artık elektronik çağı yakaladığını, İsviçre ve Japonya gibi dijital saat yapacak duruma geldiğini görüyorsunuz"...
Bu saat hikayesinin ilginç yanı şu: Ben bu saati kullanmaya başladım. Gerçekten şekli ve görünümü güzeldi (hatta fiyakalı idi)... Ne var ki, saat kısa bir süre sonra stop etti! İstanbul'daki usta bir saatçiye gösterdim. Yeni ve farklı bir teknoloji ile yapılan bir saat olduğu için, onu "aldığım yere" götürmemi tavsiye etti. Saati kutusuna koyup sakladım. Ve de unuttum! Ta ki, 1980'lerin başında gene Jivkov ile yeni bir söyleşi için Sofya'ya gidinceye kadar...
Mülakatın sonunda saati çıkardım ve yarı şaka, yarı ciddi, bu saatin "tamire muhtaç" olduğunu söyledim. Hem güldü, hem sinirlendi. Özel kalem müdürünü çağırıp Bulgarca bazı emirler verdi. "Merak etmeyin, icabı yapılacak. Böyle aksilikler olabilir" dedi. Saat tamir edilmiş olarak bir ay kadar sonra bana gönderildi. Çalışıyordu. Ama bu da fazla sürmedi. Saat durdu. Artık kutusuna koyup dolabımın "değerli hatıralar" bölümünde saklamaktan başka çare kalmıyordu...
* * *
BU "saat hikayesi"nden de anlaşılacağı gibi, Bulgaristan'ı 35 yıl yöneten Jivkov, "prestij kazandıran icraat"a düşkündü. Ülkenin her şeyi yapabileceğini ve en ileri devletlerle yarışabileceğini düşünüyordu.
"Saat endüstrisi" gibi alanlarda Bulgar deneyimi tam bir fiyasko ile sonuçlandı (Nitekim doğduğu yerde kurduğu fabrika da bir süre sonra kapandı). Ama diğer alanlarda Bulgaristan'ın önemli atılımlar yaptığı da bir gerçek. Tarımdan savunma sanayiine kadar, Bulgaristan o dönemde, hatırı sayılır başarılar elde etti.
Jivkov, "katı bir komünist" olarak yetişti ve 1989'da devrildiği güne kadar öyle kaldı. Hatta yargılandığı ve hapse mahkum edildiği yıllarda da dogmatik çizgisini sürdürdü. Nitekim geçen yıl yayınlanan "Hatıralar" kitabında bu katı görüşlerini savunuyor ve "35 yıllık icraatı ile gurur duyduğunu" belirtiyor.
Jivkov, kuşkusuz Avrupa komünistlerinin en "Stalincileri" arasında yer alıyordu (Alman komünist lideri Honnecker gibi). Hatta onlardan daha da ileriye gidiyor ve kendisini tamamen Moskova'nın bir hizmetkarı sayıyordu. O kadar ki 1973'te, Bulgaristan'ın "Sovyetler Birliği'nin bir cumhuriyeti" olmasını önermişti. Moskova dahi buna şaşırmış ve "şimdilik kalsın" yanıtını vermişti. Ancak Sovyetler, Bulgaristan'ı kendilerine en yakın "peyk" olarak kullanmaktan da geri kalmadılar. Jivkov Bulgaristan'ı Moskova hesabına olmayacak işlere (casusluk, yıkıcı faaliyetler vs.) bulaştırdı. İçerde de ağır bir baskı rejimi kurdu.
Bu sistemin faturası ancak Jivkov'un devrilmesinden sonra ortaya çıktı.
Jivkov ve etrafının yolsuzlukları, hataları ve sebep oldukları zararlar ifşa edildikçe, Bulgar halkının (sosyo - ekonomik şartlardaki bazı ilerlemelere rağmen) nasıl aldatıldığı daha iyi anlaşıldı. Ölümü, halkının şimdi daha serinkanlılıkla bunun muhasebesini yapması için bir vesile oluyor...
* * *
JİVKOV devrildikten sonra "Le Monde" bir başyazısında "Jivkov'un başını Türkler yedi" diyerek, yönetim karşıtı hareketin 1980'lerde rejimin Türk azınlığına karşı baskı politikası uygulaması ile başladığını belirtti ki, bizim de o zamanki gözlemlerimiz bu yönde idi.
Çok yakın geçmişte Jivkov yönetiminin Türkleri asimile etmek için açtığı ırkçı kampanyanın Türk toplumuna verdiği sıkıntı ve acı, hatırlardadır. Ancak bu politikanın aslında Bulgaristan'a, iç ve dış politikası açısından, büyük zarar verdiği de çok geçmeden anlaşılmıştır. Neyse ki yeni dönemde bu politika tamamen değiştirilmiş, Bulgaristan özür dilemek cesaretini göstermiş ve Türk azınlığına eşit hak ve özgürlükler tanımıştır.
Bugün iki komşu ülke arasındaki ilişkiler de bu sayede daha sağlam bir zemin üzerine oturmuş bulunuyor...




Yazara E-Posta: S.Kohen@milliyet.com.tr