Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın geçenlerde Lefkoşa’da yapılan bir gösteriyle ilgili olarak dile getirdiği ağır sözler, durup dururken KKTC ile bir kriz yarattı.
Birkaç gündür Ankara’da bazı hükümet yetkilileriyle Lefkoşa’da politikacılar, sendikacılar, gazeteciler ve sivil toplum mensupları arasında sert bir söz düellosu cereyan ediyor.
Kıbrıs Türklerinin ifade ettiği üzüntü, kırgınlık veya öfkeye bakılırsa, hükümetle Kıbrıs Türk halkı arasındaki bu gerginliği yatıştırmak pek kolay olmayacak.
Bu “olay”ın aslında iki boyutu var. Biri, Ankara ile KKTC arasında “kriz”e dönüşen sürtüşmedir. Diğeri ise, “olay”ın dış politika açısından, uluslararası platformdaki olası etkisidir.

Nasıl başladı?
Önce “olay”ın nasıl başladığını kısaca anımsatalım:
KKTC’de sendikaların oluşturduğu bir “Platform”, 28 Ocak’ta Lefkoşa’da 40 bin kişinin katıldığı büyük bir miting düzenledi. Gösterinin amacı halkın ve özellikle emekçilerin çektiği ekonomik sıkıntıları dile getirmek, sorunların çözümü için talep ve önerileri dile getirmekti.
Başta her şey planlandığı gibi gitti. Ama sonlara doğru 100 kişi olarak tahmin edilen bir grup Kıbrıs Cumhuriyeti Bayrağı”yla birlikte, Türkiye karşıtı bazı pankartlar çıkardı ve sloganlar attı.
Aslında Kıbrıslı Türkler mitingin bu yönü üzerinde pek durmadılar bile. Zira bu, KKTC’de bazı aktivistlerin sergilediği ilk şov değil. Ama Başbakan Erdoğan, gazetecilerin kendisine sorduğu bir soru üzerine, bu olayı çok ciddiye aldığını gösterdi. İlk ve daha sonraki demeçlerinde, genelde Kıbrıs Türklerini gücendiren hatta öfkelendiren bir takım ifadeler kullandı. Örneğin onlar için “besleme” terimini kullandı, “Sen kim oluyorsun be” diye seslendi, “utanmadan miting de yapıyorsun” dedi ve KKTC yetkililerine miting düzenleyenleri “yargıya vermeleri” talimatını verdi...
İşte bu konuşma üslubu Kıbrıs Türkleri tarafından son derece aşağılayıcı ve kırıcı görüldü. Bir ara KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu Ankara’yı alttan almaya çalıştı, ama yapılan suçlamaların “yanlış ve eksik bilgilendirmeden kaynaklandığını” ve mitingde “halk kitlelerinin ifade özgürlüklerini kullandıklarını” belirtmekten de geri kalmadı.
Eminiz ki, Başbakan ister Lefkoşa’daki mitingi hakkında olsun, isterse KKTC’deki maaşlar (“en az maaş 10 bin lira” gibi) hakkında olsun, eğer sağlıklı bilgi alsaydı, bu çıkışı böyle yapmazdı. Aslında Başbakan Kıbrıs Türklerini rencide eden “besleme” ve benzeri terimler de kullanmasaydı ve KKTC’nin ekonomik sorunları hakkında görüşlerini daha sakin bir üslupla ifade etseydi, bu talihsiz “kriz” çıkmazdı...

Ne gerek vardı?
Bu arada Başbakan’ın bu tür gösterilere tahammül edilemeyeceğini söylemesi ve son mitingin sorumlularının mutlaka cezalandırılmasını istemesi “KKTC’nin Ankara’nın emriyle hareket ettiği” izlenimini güçlendirecek gibi görünüyor.
Ama uluslararası platformda asıl olumsuz izlenim yaratacak söz, Türkiye’nin Kıbrıs’ta “stratejik” çıkarları nedeniyle bulunduğuna dair ifadedir.
Açıkçası bu, Kıbrıs Rumlarının Kuzey Kıbrıs’ın “işgal” altında olduğu ve Ankara’nın bu statüyü devam ettirmek istediği yolundaki propagandasına, yeni bir sav katacaktır. Oysa Türkiye Kıbrıs’taki varlığını hep Kıbrıs Türklerini “kurtarmak” ve “korumak” amacıyla ilişkilendirerek izah etmeye çalışmıştır.
Hâsılı, keşke “olaysız” geçiştirilebilecek bir miting yüzünden bu tür yanlış veya ağır sözler söylenmeseydi ve durup dururken böyle bir kriz yaratılmasaydı, diyoruz.