Sami Kohen
ÇİÇEĞİ burnunda yeni Dışişleri Bakanı İsmail Cem henüz görevinin ilk haftasında mazhar olduğu başarıdan gurur duyuyor. Ancak Türk gazetecilerle sohbetinde, tevazuyu bırakmadan, "bu bizden önceki hükümetin ve Dışişleri kadrosunun çabalarının sonucudur" diyor.
Atıfta bulunduğu olay, önceki gün burada varılan Türk - Yunan mutabakatıdır. Cem, bu anlaşmayı gerçekleştirmenin kendisine nasip olduğunu söylerken, kendisinin ve yeni hükümetin rolünü de şöyle ifade ediyor: "Bakanlığa getirildiğimin ikinci günü, Türk - Yunan mutabakatı ile ilgili tasarı önüme geldi. Bu konuda geceli - gündüzlü çalıştım... Biz işi çok sıkı tuttuk. Bu konudaki iyi niyetimizi ve kararlılığımızı inandırıcı biçimde ortaya koyduk... Konjonktürün müsait olması da tabii bu mutabakatın gerçekleşmesine yardım etti"...
Böyle bir anlaşma için gerçekten bir süredir birtakım girişimler yapılıyordu. Mutabakatın şu sırada mümkün olması kuşkusuz bir rastlantı değil. Buna hangi koşulların yol açtığını incelemekte yarar vardır.
* * *
KABUL etmeli ki, Türk - Yunan "anlayış birliği"nin kağıda dökülerek ilan edilmesinde, ABD "itici güç" (veya "lokomotif") rolünü oynamıştır. Nitekim mutabakatla ilgili açıklamayı yapan da, Cem ile Pangalos'u bir araya getiren ABD Dışişleri Bakanı Albright oldu...
ABD'nin bu girişimi başlatmasını ve bu sırada bir sonuca bağlamasını, şu faktörlerle izah edebiliriz:
* ABD bir süredir Türk - Yunan uyuşmazlıklarından rahatsızlık duyuyor. Özellikle Kardak krizinden sonra Washington, iki müttefiği arasında ciddi bir çatışma potansiyeli görmeye başladı. Ve Ankara ile Atina arasında havayı düzeltmek gerektiği kanısı ile devreye girdi.
Albright da (selefi Christopher'in aksine) Türk - Yunan ilişkilerine - ve Kıbrıs sorununa - öncelik verdi. Amerikan diplomasisi, bu yönde inisiyatifi ele aldı...
* ABD, hazırladığı mutabakat taslağı üzerindeki girişimlerini şu sırada sonuçlandırmak için, zamanı müsait gördü.
Nitekim, Ankara'da hükümet değişikliği, Madrid'deki NATO zirvesinin en üst düzeyde bir Türk - Yunan teması için ortam oluşturması ve hemen bu hafta New York'ta Kıbrıs görüşme sürecinin başlaması, ABD diplomasisine bu işi bir sonuca bağlamak olanağını verdi.
Yunanistan'ın bu kez böyle bir mutabakata yanaşmasına yol açan faktörler de şöyle özetlenebilir.
* Başbakan Simitis, Türkiye ile gerilim politikasının Atina'nın lehinde olmadığını biliyor. PASOK hükümetinin başı, aslında ekonomiye ağırlık vermek ve bölgede ekonomik açıdan güçlü bir Yunanistan kurmak istiyor. Yunanistan, AB ile tam entegrasyonu, bugünkü haliyle gerçekleştiremez.
Simitis askeri harcamaların yükü altında bu yolda ilerleyemeceğini anlıyor.. Bütün bu nedenler, Türkiye'ye karşı politikanın değişmesi gereğini ortaya koyuyor.
* Yunanistan, Türkiye ile uyuşmazlıklarını halletmesi için ABD'nin ve AB'nin artan baskıları altına girmiştir. (Kuşkusuz Ankara da Batı'nın bu yöndeki baskıları altındadır).
ABD'nin mutabakatla ilgili son girişimi, Atina'yı bu kez işi daha ciddiye almaya zorlamıştır... Bu arada Ankara'daki hükümet değişikliği - ve Atina'da özellikle Yılmaz ve Cem ile "daha rahat" iş yapılabileceği kanısı - Yunan hükümetinin, mutabakata razı olmasında rol oynamıştır...
BU analizin ışığında, dün de belirttiğimiz gibi, Madrid'de varılan mutabakatın, - daha önceki anlaşmalardan farklı olarak - hayata geçirilmesi şansı daha parlak görülüyor.
Bu da iki şarta bağlı:
Birincisi, her iki tarafta da "siyasi irade"nin ve kararlılığın devamı (şimdilik bu var)...
İkincisi, mutabakatın lafta kalmaması ve hemen bir aksiyon planı ile uygulanması...
Bu konuda Cem'in verdiği bilgiye göre, iki taraf arasında bir dizi temas başlıyor, birtakım somut adımlar için hazırlıklar yapılıyor.
Madrid'de varılan mutabakat, Türk - Yunan yakınlaşmasında çok önemli bir gelişmedir.
Ancak "Madrid ruhu"nun, örneğin daha önce "Davos ruhu"nun akıbetine uğramaması için, kağıt üstündeki ifadelerin hayata geçirilmesi gerekmektedir.
İki taraf da, uzun vadede bunun kendi çıkarına ve yararına olduğu inancı ile hareket ederse, bu da pekala mümkün olur...
Yazara EmailMADRİD