Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yorum Onların gözünde de seçimlerin yansıttığı tablo Türkiye'de laiklerle dincilerin karşı karşıya geldiğini ve de seçmenlerin oylarını asıl bu faktörün belirlediğini ortaya koyuyor.Dünkü yazımızda, dünya basınında bu yönde yapılan değerlendirmelerin, geniş bir tablonun sadece bir kesitini aksettirdiğini, bu yüzeysel bakışın Türkiye'nin çok daha kompleks olan gerçeklerini açıklamaya yetmediğini belirtmiştik.ABD'de ve Avrupa'da bazı politikacıların veya diplomatların Türkiye'deki seçim sonuçları hakkında yaptıkları yorumların da aynı yanlışı tekrarladığını görüyoruz.Belli ki, bu tarz değerlendirme yapanların gözünde, belirli bir Türkiye imajı veya prototipi yer alıyor. Dolayısıyla onların da olaylara bakışları, aynı klişelere -veya ezbere- göre oluyor... TÜRKİYE'deki seçimleri sırf İslam-laiklik eksenindeki bir siyasi mücadele olarak görenler ve sonucu da daha çok bu açıdan değerlendirenler, sadece gazeteciler ve medya yorumcuları değil. Olaya aynı perspektiften bakan bazı ülke ve uluslararası kurum yetkilileri de var. Dışarıda Türkiye'deki gelişmeleri (örneğin son seçimleri) daha objektif ve doğru olarak değerlendirenlerin dahi, bu ezber doğrultusundaki terminolojiyi kullandıkları görülüyor.Örneğin bazı Batılı yetkililerin ve diplomatların ağzından AKP için "İslam yanlısı", CHP için "Kemalist laik", Türkiye'nin son dönemde izlediği politika için "ılımlı İslam" gibi sıfatlar duyuyoruz.Bu tür ifadelerin Türkiye'de, eğilimlerine göre çeşitli çevrelerde, alerji yarattığı açık. Bu değerlendirmeler iyi niyetle yapılmış da olsalar...Son olarak AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Franco Frattuni'nin "La Republica" gazetesine verdiği demeçteki bir sözcük, böyle bir rahatsızlığa yol açmış görünüyor. Aslında İtalyan yetkili bu demecinde, seçimleri kazanan AKP'ye bir mesaj vermeye çalışmış. Tavsiyesi, yeni iktidarın uzlaşıcı davranması ve muhaliflerinin görüş ve kaygılarını da dikkate alması yönünde... Ancak Frattuni'nin bu bağlamda "Hükümet laik azınlığın haklarını göz önünde bulundurmalı" şeklinde aktarılan ifadesi, olumsuz tepkilere yol açtı.Aslında bu demecin tümü dikkate alındığında, kötü bir niyet taşımadığı anlaşılır. Herhalde "laik azınlık" lafı edilmeseydi, böyle bir tepki de yaratmayacaktı... Ama bu demeç de, -diğer birçok Batılı diplomatın sözleri gibi- Türkiye'deki siyasal gelişmelerin, gene o dar "dinci-laik" perspektifinden değerlendirildiğini gösteriyor... Hep aynı ezber... Nitekim Avrupa Parlamentosu'nun bazı üyelerinin beyanları veya Komisyon yetkililerine yönelttikleri sorular da bunu gösteriyor. Bu da yanlış anlamalara yol açabilecek açıklamaların yapılmasına vesile oluyor. Örneğin Komisyon yetkilisi Olli Rehn'in "Teokratik devletler AB'ye üye olamaz" lafı, Belçikalı bir Avrupa Parlamento üyesinin (sanki Türkiye şeriata yöneliyormuş izlenimiyle sorduğu) provokatif sorusuna yanıt olarak söylendi...Bundan çıkarılması gereken sonuç da aslında bazı politikacıların bilgisizliklerinden dolayı veya önyargılarının etkisiyle söylediklerini, ayrıca bazı yetkililerin de ezbere kullandıkları sözcükleri fazla önemsememek gerektiğidir. Yeter ki, bu ifadeler ülkelerin veya kurumların Türkiye'ye yönelik politikalarında ve davranışlarında olumsuz bir değişikliğin işareti olmasın... skohen@milliyet.com.tr Sadece laflar değil