Sami Kohen
DOĞRUSU sürpriz beklemiyorduk...
Yani AB Komisyonu'nun bugün resmen açıklayacağı raporda Türkiye'yi de adaylar listesine alacağına ihtimal vermiyorduk.
Gene de "umut dünyası" deyip "herhalde bizim için de bir kolaylık düşünürler" gibi bir hayale de kapılmıyorduk.
Bu nedenle, AB'nin yürütme organı olan Komisyonun artık basına iyice sızmış olan raporunda, Türkiye'nin tam üyelik kapsamına alınmamasına şaşırmadık.
Geçen ay Amsterdam'daki "bilgilendirme toplantısı"nda, Türkiye'nin "başvuru sahibi" ülkelerin arasında (aile fotoğrafında) yer almasını da, "üyeliğe aday" sayılacağının işareti saymadık.
Zaten günlerden beri gelen sinyaller, AB'deki eğilimin, gelecek yıldan itibaren üyelik için (Güney Kıbrıs dışında) sadece 5 ülke ile müzakerelerin başlatılması yönünde olduğunu gösteriyordu. "İlk dalga"ya dahil edilen bu ülkeler, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya ve Slovenya'dır.
Türkiye'nin de "ilk dalga"ya alınması gerektiğini savunan yetkililerin yaratmaya çalıştığı beklentilere rağmen, ne yazık ki, sonunda Komisyonun dediği oldu. Müzakereye oturulmaya layık görülen ülkeler "beş artı bir" (Güney Kıbrıs) olarak kesinleşti...
* * *
ELİMİZE geçen "Acenda 2000" ile, "Düşünce belgesi" (Reflexion paper) adlı raporlara bakıyoruz da, AB'nin bu ülkelere neden öncelik verdiğini ve Türkiye'yi bu kapsamın dışında tuttuğunu anlamaya çalışıyoruz.
AB yetkililerinin argümanlarını bilmiyor değiliz. Bunları defalarca dinledik. Öne sürdükleri başlıca gerekçeler, Türkiye'nin siyasal alandaki yetersizlikleridir. Neyse ki AB'nin son raporu, ekonomik alanda Türkiye'nin performansını iyi buluyor.
Ama sonuçta bu da, Türkiye'nin aday seçilmesi için yeterli bulunmuyor.
AB Komisyonu'nun ilk dalgaya kimleri dahil edeceğini kararlaştırırken, objektif kriterlerin dışında başka birçok faktörlerin etkisiyle hareket ettiğini herhalde kimse inkar edemez. Örneğin, Estonya'nın İsveç ve Danimarka gibi İskandinav ülkelerinin, Slovenya'nın da komşusu İtalya'nın desteği ile bu listeye dahil edildiği bir gerçek.
Açıkçası AB'de bazı "başvuru sahibi ülkeler"in "abileri" sıkı çalışmıştır. Oysa toplulukta Türkiye'yi elinden tutan böyle biri yok. (Aksine, çeşitli gerekçelerle adaylığını engelleyenler var)...
Türkiye'deki iktidar değişikliği, Türk - Yunan mutabakatı, Kıbrıs görüşmelerinin başlaması gibi bazı olumlu gelişmelerin de, AB Komisyonu'nu pek etkilemediğini görüyoruz. Komisyon, 7 sayfalık raporunda belirttiği gibi, Türkiye ile AB arasında daha sıkı ilişkiler kurmak suretiyle entegrasyonu daha ileriye götürmeyi tavsiye ediyor. O kadar...
* * *
ŞİMDİ ne olacak?
Komisyonun ortaya koyduğu görüşler, kesin karar niteliğinde değildir. Esas kararı verecek olan Bakanlar Konseyi'dir. Bu da Aralık'ta Lüksemburg'da olacak.
Dolayısıyla, bu raporlarla her şey bitmiş sayılmaz. Ancak biz gene "ilk dalga"ya Türkiye'nin dahil edileceğine pek ihtimal vermiyoruz. Bu AB'nin iç bünyesinden ve "genişlemeyi" sınırlı tutmak eğiliminden de kaynaklanıyor.
Belki bu arada Türkiye dahil öteki başvuru sahiplerini üzmemek için, bazı formüller bulunabilir. Örneğin Fransızların "Sürekli Avrupa Konferansı" formülü gibi. Böylece bu ülkeler kendilerini dışlanmış hissetmemiş olurlar. Ama bu, kendilerini gene de 5 adaydan farklı bir statüye sokar...
* * *
TÜRKİYE için AB Komisyonu'nun kararı, iki bakımdan olumsuz: Birincisi, Türkiye'nin "ilk aday dalgası"nın dışında tutulması.
İkincisi, Güney Kıbrıs'ın beşlerin arasında yer alması. Bu, AB'nin Klerides yönetimi ile, 1998'in başlarında müzakereye oturması anlamına gelir. Oysa daha önce, birçok AB üyesi, Kıbrıs'ta çözüm olmadan, üyelik müzakerelerinin başlayamayacağını söylüyordu.
Komisyonun iki kararı da, Türkiye'yi AB politikasını yeniden gözden geçirmeye sevkedecek. Şimdiden Kıbrıs ile ilgili kararın uygulanması halinde, toplumlararası görüşmelerin kesilebileceği, KKTC'nin Türkiye ile bütünleşeceği yolunda uyarılar yapılıyor.
Bu konuyu yarın daha etraflıca ele alacağız.
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr