Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye halk hareketleriyle yeniden şekillenmekte olan Ortadoğu’da, son yıllarda olduğu gibi aktif bir rol oynayabilecek ve etkinliğini sürdürebilecek mi?
Arap coğrafyasındaki değişim rüzgârları kuşkusuz Ankara’nın bölge ülkeleriyle ilişkilerini etkiledi. Türkiye bazı ülkelerin başındaki “eski dostlar”ını kaybetti veya kaybetmek üzere... İktidardakilerle ayaklananların çatıştığı ülkelerde, Türkiye taraflara yaranamıyor ve sıkıntılı duruma düşüyor...
Bu durumda Türkiye’nin bölgesel güç konumunu ne kadar koruyabileceği, eski rolünü ve nüfuzunu ne ölçüde devam ettirebileceği sorusu öne çıkıyor.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra da, siyasi konjonktürün ve küresel dengelerin değişmeye başlaması üzerine, Türkiye’nin eski stratejik konumu ve önemini koruyamayacağını söyleyenler olmuştu. Oysa olaylar başka yönde bir seyir izledi, sonuçta Türkiye’nin jeo-stratejik değeri daha da yükseldi ve özellikle Ortadoğu-Balkanlar-Kafkasya üçgeninde etkinliği arttı.
Şimdi Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da eski statükonun değişmesi ve yeni dengelerin oluşması, Türkiye için sıkıntılar ve riskler meydanında, yeni fırsatlar da yaratabilecek mi?
Bu her şeyden önce Türk diplomasisinin bölgedeki yeni gerçeklere göre yeni stratejiler belirlemesine bağlı.

Farklı şartlar
Türk hükümetinin son zamanlarda bölgede izlediği politikanın başlıca özelliği, Batılı dost ve müttefiklerinden ayrılan daha bağımsız bir yol izlenmesi ve onları izole etmek istediği ülkelerle sıkı ilişkiler kurmasıdır. Ankara bu tutumu sayesinde bir kısım bölge ülkeleri üzerinde nüfuzunu arttırdı ve gerek kendi aralarındaki, gerekse Batı ile uyuşmazlıkları halletmeye yönelik arabuluculuk rolleri üstlendi.
Arap dünyasındaki değişim dalgası, şimdi bölgede yeni şartlar yaratıyor, farklı bir düzen kuruyor. Bölgede artık eski diktatörler ve otokratik yönetimler istenmiyor. Ayaklanan halkın başlıca talebi özgürlük ve demokrasidir. Bu aşamada dertleri dış meseleler değil, iç sorunlardır.
Bu durum Türkiye için bir yandan ciddi sıkıntılar diğer yandan da bazı fırsatlar yaratıyor.
Libya ve Suriye olaylarında görüldüğü gibi, Ankara işin başında -kendi çıkarlarını korumak düşüncesiyle- “statükocu” ve çekingen bir tavır almış, ancak olayların büyümesinden sonra yönetimlere karşı sesini yükseltmişti.

Örnek olmak için...
Bu aşamada Türkiye’nin bu ülkelerde oynayabileceği rol çok sınırlı. Türk diplomasisi bir ara Libya’da Trablus ile Bingazi arasında uzlaştırıcı bir rol oynamayı denemiş, ama sonuç almamıştır.
Türkiye Libya’da ancak Kaddafi’nin devrilmesinden sonra, yani daha uzun vadede, ülkenin yeniden inşasında, siyasal ve ekonomik bir rol oynayabilir.
Suriye’de de bu aşamada Türkiye’ye pek rol düşmüyor doğrusu. Ankara’nın Esad’ı yola getirme çabaları sonuç vermedi. Türkiye’nin halen üstlendiği rol, “insani amaçlı”, yani mültecileri barındırmaktan ibaret.
Buna karşılık Mısır’da demokrasiye geçiş sürecinde Türkiye’nin bazı katkıları olabilir. Nitekim Türkiye kendi deneyimlerini Mısırlı yöneticilerle paylaşmaya başladı bile.
Ama bu rolü de fazla abartmamalı. Birçok Arap aydını ve politikacısı “kendi modelleri”ni geliştirmek istediklerini açıkça söylüyorlar. Kaldı ki, Türkiye’nin ifade özgürlüğü, demokratik haklar ve adalet gibi konularda bölge ülkelerine iyi örnek olabilmesi için, öncelikle bu alanda kendisini doğru dürüst geliştirmesi gerekmektedir. Hele şu günlerde...