Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın önceki günkü konuşmasında halkla diyalog ve reform konusunda söylediklerinde, Türkiye’nin haftalardan beri yaptığı “tavsiyeler”in ne kadar payı bulunduğunu kestirmek zor. Ancak sonuçta Suriye liderinin dile getirdiği vaatlerin kısmen de olsa Ankara’nın telkinleri doğrultusunda olduğu açık.
Ne var ki, Suriye’de gelinen noktada Esad’ın artık çok daha somut, kesin ve net bir program sunması ve bunu süratle uygulamaya koyma kararlılığını ifade etmesi bekleniyordu.
Bu bakımdan Ankara, konuşmanın bazı olumlu yanlarını not etmekle beraber, şimdi Esad rejiminin halkın talep ve beklentilerini ne ölçüde -ve ne kadar hızlı bir şekilde- yerine getireceğini merakla bekliyor.
Türk Hükümeti’nin Suriye’deki gelişmeler karşısında aldığı tavır, Ortadoğu politikasındaki yeni bir ayarlamayı ortaya koyuyor.
“Arap baharı” Türk diplomasisini, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da mevcut otoriter rejimlerle kurulan yakın ilişkilerle halk hareketlerinde talep edilen demokratik hak ve özgürlükler arasında bir öncelik tercihi yapmak zorunda bırakmıştır.
Açıkçası son yıllarda Türk hükümeti Arap dünyasına açılırken bu ülkelere ilişkilerini, doğal olarak, mevcut liderlerle, yani genelde totaliter rejimlerle yakın kişisel dostluklar kurarak geliştirmeye çalışmıştır. Özellikle Başbakan Erdoğan’ın Başkan Esad ile karşılıklı sevgi ve sempatiye dayanan ilişkilerinin, Türkiye-Suriye yakınlaşmasında büyük rol oynadığı bir gerçektir.

Yeni ayar
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki halk hareketlerinin getirdiği değişim rüzgârları ve bu arada otoriter rejimlerin peş peşe devrilmesi veya devrilme tehlikesiyle karşılaşması, Türkiye’yi de bölgesel politikalarında, yeni ayarlamalar yapmaya sevk etti.
Mısır’da Hüsnü Mübarek’e, devrilmesinin kaçınılmaz göründüğü noktada “artık çekil” mesajını veren Başbakan Erdoğan, Libya’da 25 bin Türkün tahliye edilmesi çabasının yol açtığı yalpalanmadan sonra, Muammer Kaddafi’ye de aynı şekilde seslenmekten çekinmedi. Yani her iki o olayda da Türkiye tercihini özgürlük ve adalet isteyen halktan yana kullandı ve uzun yıllardan beri iktidarda bulunan diktatörleri gözden çıkardığını açıkça gösterdi.
Bu “ilkeli tavrı” Suriye olayında uygulamak başta bir hayli zor oldu. Gerçekten Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, Arap dünyasına açılımın en önemli hamlesi olan Suriye ile yakınlaşmayı, Beşar Esad ile kurulan yakın dostluk sayesinde gerçekleştirdi. İki komşu ülke bu sayede ilişkilerini kapsamlı bir stratejik işbirliğine kadar ilerletti...
Değişim rüzgârlarının Suriye’yi kapsaması ve burada da halkın özgürlük, adalet, demokrasi talepleriyle sokaklara dökülmesi sonunda manzara değişti. Aslında Türkiye Esad’ı gözden çıkarmak istemedi, ona “çekil” demedi; sadece kendisine -gene dostça- halkın istediklerine uymasını, şiddet kullanmamasını tavsiye etti. Esad’ın bu işi ağırdan alması ve hele halkına karşı güç kullanması, Başbakan Erdoğan’ı dahi çileden çıkarttı ve sert sözler sarf etmeye itti...

Yeni rol
Suriye konusunda sergilenen bu tutum, Türkiye’nin Ortadoğu politikasında özgürlük ve demokrasiye öncelik vermekte olduğunu gösteriyor.
Bu “ilkeli tavır” kısa vadede kişisel dostlukların göz ardı edilmesine, hatta bazı çıkarların (ticari) tehlikeye düşmesine yol açabiliyor. Ancak, daha uzun vadede bu tutum daha doğru ve gerçekçidir.
Geçen hafta Ankara’da düzenlenen Türk büyükelçilikleri toplantısında varılan sonuç da Türkiye’nin bölgedeki çalkantılar karşısında değişim ve dönüşüm lehinde tercihini ve ağırlığını koyması yönündedir. Bu tutum, Türkiye’ye bölgesel bir güç olarak daha farklı, fakat gene de etkin bir rol oynamak imkânını vermektedir.