Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       BAŞKAN Clinton'un 9 günlük Çin seferinin iki önemli yönü var: Birincisi, bunun ABD - Çin ilişkileri ve dünya politikası üzerindeki etkisi ile ilgili. İkincisi ise, bu gezi vesilesi ile, dış politikada insan hakları ve demokrasi gibi prensiplerin mi, yoksa ulusal çıkarların mı öncelikle gözetilmesi gerektiği konusunda açılan tartışmadır.
Her iki hususun ABD - Çin ilişkilerinin çerçevesini aşan ve bütün dünya gibi bizi de ilgilendiren yanları var.
Çin Cumhurbaşkanı Jiang Zemin'in geçen Ekim'de yaptığı ABD ziyaretinin ardından, şimdi Başkan Clinton'un Çin gezisi, iki ülkenin "staretejik ortaklık" hedefine doğru hızla ilerlemekte olduğunu gösteriyor. Bunun anlamı, 21. yüzyıla yaklaşırken, Asya'da - ve çok kutuplu dünyada - yeni dengelerin şekillenmeye başladığıdır.
* * *
WASHİNGTON ile Beijing (Pekin) arasında 1970'lerde "ping - pong diplomasisi" ile başlayan yakınlaşmanın bugün ileri bir aşamaya ulaşması, kuşkusuz Çin'deki büyük değişim sayesinde mümkün olmuştur.
Çin artık Mao döneminin Çin'i değildir. Dev ülke katı ideolojik ve devrimci çizgisini bırakıp, reformcu ve pragmatik bir yola girmiştir. Ekonomi, serbest piyasa kurallarına uygun biçimde önemli ölçüde liberalleştirilmiştir. Çin geliştirdiği özgün ekonomik sistemle son yıllarda göz kamaştırıcı bir hızla kalkınmıştır.
Siyasal alanda da Çin - eski rejime oranla - hatırı sayılır bir transformasyon göstermiştir. Ancak bu bağlamda Çin'in hala otoriter bir ülke olduğu, Batı modeli demokrasi ve insan hakları alanında beklenen düzeye ulaşmadığı da bir gerçek.
Çin'i ABD'ye yaklaştıran başlıca faktör, tek Süper Devletin ekonomik ve siyasal desteğine olan ihtiyacıdır. Çinli yöneticiler bu destek olmadan, ülkenin hızla kalkınmasını gerçekleştiremeyeceğini ve yeni bir güç olarak uluslararası camiadaki yerini alamayacağını pekala anlıyor. Kaldı ki Çin için ABD, bir yandan Rusya, diğer yandan Japonya karşısında dengeyi garantileyebilecek tek dayanak noktasıdır.
ABD açısından ise, Çin'in hem ekonomik, hem stratejik önemi büyüktür. Bir kere Çin 1.2 milyar nüfusu ve hızlı gelişmesi ile, ABD için muazzam bir pazar potansiyelini taşıyor. Washington için Beijing ile "stratejik işbirliği"nin sebep ve amaçları Çin'inkinin benzeridir. Yani ABD, Çin'e geleceğin Büyük Gücü olarak bakıyor. Asya'da stratejik dengelerin ve istikrarın sağlanmasında, Çin'e önemli bir rol düşeceğini düşünüyor. Washington, Rusya başta olmak üzere bölgenin belli başla ülkeleri ile denge politikasında, Çin'i yakın bir stratejik ortağı sayıyor...
* * *
JİANG Zemin'in Washington ziyaretinde olduğu gibi, Clinton'un Beijing'deki görüşmelerinden - ve konuşmalarından - iki ülkenin yukarda saydığımız bütün ortak çıkarlarına ve hatta ortak hedeflerine karşın, özellikle bir konuda çok farklı - hatta karşıt - görüşlere sahip olduğu açıkça anlaşılıyor. Bu konu, demokrasi ve insan hakları ile ilgilidir.
Çin'in bu konudaki sicili, Batı standartlarına göre, hiç de parlak değil. 1989'daki Tienanmen faciası unutulmadı. Çin'de "rejim karşıtı" sayılan yüzlerce kişi hala hapisteler. Çin, "iç meselesi" saydığı bu konularda, dışardan yapılan uyarılara kulak asmıyor. Bu husus, ortak basın toplantısında Zemin'in, Çin için önceliğin kendi siyasal istikrarı olduğunu tekrarlaması ile bir daha ortaya çıktı...
ABD'de, Kongre'de her iki partiden, ayrıca çeşitli kuruluşlardan ve medyadan Clinton'un Çin gezisini eleştirenlerin argümanı, bu ziyaretle Beijing'in otoriter rejimine cesaret verilmekte olduğudur. Bu görüşe göre, ABD maddi çıkarları uğruna, manevi değerleri göz ardı etmemelidir. Yani, insan hak ve özgürlüklere saygılı olmayan ülkeleri desteklememeli, aksine onları baskı altında tutarak bu değerlere uymalarını sağlamalıdır.
Clinton yönetiminin savunduğu karşıt görüşe göre ise, bu gibi hallerde Çin'i - veya başka ülkeleri - tecrit etmek bir şey kazandırmaz. Çin'i demokrasi dünyasına entegre etmenin yolu, onunla işbirliği yapmaktır. Clinton buna "yapıcı angajman politikası" diyor.
Aslında bu politikada belirleyici faktör, gene önemli stratejik ve ekonomik çıkarlardır. Yani Beijing ile yakınlaşma politikası sırf bunun Çin'de demokrasinin gerçekleşmesini sağlayacağı inancından kaynaklanmıyor.
Ama gerçek şudur ki, uluslararası ilişkilerde idealler ve prensiplerden çok, çıkarlar ve pragmatik hesaplar öncelik taşıyor...



Yazara E-Posta: S.Kohen@milliyet.com.tr