Geçen ekim ayında Türkiye ile Ermenistan arasında Zürih’te imzalanan iki protokol, çok yoğun ve çetin müzakerelerin ürünü idi. İki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesini hedefleyen bu tarihi belgelerde sözcükler dikkatle seçilmiş, çözümlenmesi beklenen anlaşmazlıkları körükleyebilecek ifadelerin kullanılmamasına özen gösterilmişti. Bu haliyle iki mutabakat metni yaratıcı diplomasinin başarılı bir örneğini yansıtıyordu.
Ama gelin görün ki, protokollerin hayata geçirilmesinin daha ilk aşamasında, iki taraf da farklı değerlendirme ve davranışlarıyla, Zürih’te vardıkları mutabakatın kilitlenmesine yol açıyorlar.
Belgelerde dikkatle seçilen ifadelerle örtülmeye çalışılan uyuşmazlıklar, şimdi teker teker yüzeye çıkıyor. Açıkçası iki taraf da, metinlerin lafzına kendi görüş ve niyetlerine göre bir anlam yüklemeye çalışıyor.
Protokollerin yaşama geçirilmesi için, iki ülkenin parlamentolarının onayını vermesi öngörülmüştü. Sınırların açılması, diplomatik ilişkilerin kurulması, çeşitli alt komisyonların oluşturulması, bu onayın hemen ardından gerçekleştirilecekti.
Yenilenen şartlar
Türkiye’de protokoller Meclis’e sevk edildi. Ama ortaya konana Karabağ şartı nedeniyle gündeme alınmadı, yani onay işlemi donduruldu.
Ermenistan’da ise, kendi prosedürüne göre, protokoller önce Anayasa Mahkemesi’ne sevk edildi. Gereken onay geçen hafta sağlandı, ama bu arada Yüksek Mahkeme protokolleri kendine göre yorumladı ve adeta yeni koşullar öne sürdü.
Şimdi Ankara Ermenistan’ı, Erivan da Türkiye’yi protokollerde yer almayan birtakım şartları ortaya atmak ve normalleşme sürecini tıkamakla suçluyor.
Gerçek şudur ki, henüz mürekkebi kurumadan bu iki protokol erozyona uğramak, hatta rafa kaldırılmak tehlikesiyle karşı karşıya...
Aslında gerek Türk, gerekse Ermenistan hükümeti, eski gerginlikleri geride bırakıp ilişkilerinde yeni bir sayfa açmak konusunda kararlılık göstermiş ve bunun “kazan-kazan” anlayışıyla, kendi çıkarlarının yararına olacağına inanmıştı. Ama anlaşılan zihinlerde yer alan düşünceler ve niyetler, metinlerdeki diplomatik ifadelerle bağlı kalmıyor...
Türkiye, Meclis’teki onay sürecini beklemeye alırken, şu argümanı ortaya koydu: Protokol metinlerinde Yukarı Karabağ sorununun çözümünden söz edilmiyor; ama TBMM’nin bu onayı vermesi her şeyden önce Ermenistan’ın işgal ettiği bölgeden çekilmesine bağlı.
Süreç tıkanıyor
Böylece protokolde zikredilmeyen Karabağ ile fiilen bir bağ kurulmuş oluyor. Açıkçası, Türkiye bunu da Erivan’ı işgale son vermeye zorlamak için bir koz olarak kullanıyor. Bu amaçla Minsk Grubu’nun daha aktif olarak devreye girmesine çalışıyor.
Erivan’a gelince, Anayasa Mahkemesi’nin protokollere onay verirken yayımladığı uzun karar gerekçesi, protokollerde yer almayan birtakım şartlar öne sürüyor. Örneğin soykırımın tanınması talebinin uluslararası platforma taşınmasını istiyor, sınırlar meselesinde de 1921 değil, 1990 sınırlarının esas alınması gerektiğini savunuyor.
Açıkçası, bu davranışlarla protokollerin, başta öngörüldüğü gibi yaşama geçirilmesi şansı giderek zayıflıyor. Sürecin tamamen kilitlenmesi önlenemezse, tarihi bir fırsat kaçırılmış olacaktır.