Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sami Kohen

"NE olur, beni ülkeme geri göndermeyin. Beni orada yaşatmazlar artık"...
Hafta içinde Türkiye'ye kaçan Iraklı milli hakem Salah Karim'in, iltica için Türk makamlarına verdiği gerekçe şu: Saddam'ın oğlu Uday, uluslararası maçlarda yenildiğimizde, hakemleri, oyuncuları dövdürüyor. Beni de birkaç kez falakaya yatırdı. Artık tahammülüm kalmadı"...
45 yaşındaki Iraklı hakem, her hafta bu ülkeden kurtulmak için Türk topraklarına geçen yüzlerce kişiden sadece biri. Medyanın dikkatini çeken gerekçesinin (yani falaka korkusunun) "sığınma hakkı" için yeterli bir neden sayılıp sayılamayacağı tartışılabilir. Ama çok daha ciddi gerekçelerle ülkemize kaçan binlerce Kuzey Iraklı Türkmen de var.
Bir kısmı, direkt Türk makamlarına gidip sığınmak istediklerini söylüyorlar. Talepleri kabul edilmeyince de Salah Karim gibi "ne olur beni geri göndermeyin" diye yalvarıyorlar. Bir kısmı ise, Türkiye'ye - bu işi büyük paralar karşılığında düzenleyen şebekelerin yardımı ile - kaçak geliyorlar. Buradan gene kaçak yollardan ve çoğu zaman köhne teknelerle Yunan adalarına ulaşmaya çalışıyorlar.
Artık hafta geçmiyor ki, Ege'de bu insanların başına gelen bir felaketin haberi basına yansımasın. İki hafta önceki faciayı anımsayın: Kaptansız tekne batıyor, aralarında kadınların ve çocukların bulunduğu 34 Türkmen boğuluyor...
Ardı arkası kesilmeyen bu trajedi, Türkiye'nin artık "iltica sorunu"na ciddi biçimde eğilmesi ve mutlaka bir çözüm getirmesi gerektiğini ortaya koyuyor...
* * *
TÜRKİYE, yüzyıllardan beri, sığınmacılara kapılarını açık tutan bir ülke olarak tanınır ve takdir edilir. Ne yazık ki, son zamanlarda özellikle komşu ülkelerden kaçanlara karşı uygulanan politika, bu ününe ters düşüyor. Hele soydaş Türkmenlerin uğradığı facialar, halkımızın gönlünü yaralıyor. Ayrıca Türkiye bu yüzden uluslararası camianın eleştirilerine, kınamalarına hedef oluyor.
Türkiye'nin "iltica sorunu" karşısındaki tutumu, temelde Cenevre Sözleşmesi'ne dayanıyor. Türkiye'nin de taraf olduğu 1951 tarihli bu anlaşma, sadece Avrupa'dan gelen mültecilerin barındırılmasını öngörüyor. 1967'de bu sözleşme, kapsamı genişletilerek güncelleştirilmiş, ancak Türkiye bu protokolü onaylamamıştır. Ankara, eski coğrafi sınırlamayı (yani sadece Avrupa'yı) esas saymıştır.
Bu kıstasa göre, Türkiye, İran, Irak gibi Ortadoğu veya Asya ülkelerinden gelen sığınmacıları, kendi topraklarında barındırmayı kabul etmiyor.
İşte Iraklı Türkmenler de bu statüde sayıldığı için, kendilerine Türkiye'de sığınma hakkı verilmiyor.
Önemli bir sorun da, sığınmacıların Türkiye'ye gelir gelmez polise 5 gün gibi çok kısa bir süre içinde başvuruda bulunması zorunluğundan çıkıyor. Bunu çeşitli nedenlerle (bu zaman limitini bilmeyenler de çok) 5 gün içerisinde yapmayanlar geri gönderilirler! Zamanında başvuru yapanlar, bir dizi formaliteden sonra, Ankara'daki BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne teslim edilirler. Bu örgüt onlara bir "üçüncü ülke"ye (ABD, Kanada, Avustralya, vs gibi) göç imkanlarını sağlar. Bu arada Türkiye, "mülteci statüsü"ne giren bu insanlara geçici (birkaç aylık) ikamet izni sağlar.
Geçen yıl bu şekilde (yani legal yoldan) Türkiye'ye gelip BM'nin de desteğine mazhar olanların sayısı topu topu 4 binden ibaret! Tabii kaçak olarak gelip geçenlerin sayısı çok daha yüksek...
* * *
İRAN veya Irak'tan kaçanların, daha iyi bir yaşam hayal ederken, Ege'de veya yolda can vermeleri, ya da öldürülmek korkusu içinde bu ülkelere iade edilmeleri, doğrusu insanın içini cız ettiren hazin bir tablo sergiliyor.
Türkiye gerçekten bir ikilem ile karşı karşıya: Bir yandan, geleneksel yardımseverliği ile bu insanlara elini uzatmak istiyor. Ama öbür yandan da, bu tutumun altından kalkamayacağı bir kütlesel göç hareketine yol açabileceğinden korkuyor.
Türkmenler için Türk makamlarının bir diğer kaygısı da;
(resmen söylenmese de) Irak'taki Türk varlığının, sürekli bir göç sonunda zayıflaması veya son bulması olasılığıdır...
Bu nedenlerin bir mantığı var tabii. Ama Türkiye, dramatik boyutlar alan Türkmen iltica akını karşısında artık sırf eski sözleşmeler ve yönetmeliklerle yetinip hareketsiz kalamaz. Her hafta tekrarlanan trajediler, bürokrasinin hala uyguladığı yöntemler veya öne sürdüğü eski gerekçeler ile, artık durdurulamaz.
Hükümetin, Meclis'in ve ilgili kurumların bu meseleyi, Türkiye'nin başına daha yeni işler açmadan, ele alıp, günün koşullarına uygun bir "göç stratejisi" oluşturması gerekir. Dış Türklerin ve bu arada Irak'taki Türkmenlerin durumları da bu çerçevede yeniden değerlendirilmelidir.
Yeni köklü önlemler alınmadıkça, korkarız, sığınmacıların dramı ve Türkiye'nin sıkıntıları sürüp gidecek...

Yazara Email S.Kohen@milliyet.com.tr