Sami Kohen
LEFKOŞA'da önceki gün yayınlanan ortak deklarasyon ve bu vesile ile Başbakan Bülent Ecevit'in verdiği demeç, Kıbrıs politikasında önemli bir yaklaşım ve uslup değişikliğini yansıtıyor.
Deklarasyondaki noktaların bir kısmı, Türkiye ile KKTC arasındaki ekonomik ilişkilerin pekiştirilmesini öngörüyor. Türkiye'nin KKTC'yi kalkınma planlarının kapsamına alması, gümrük engellerini kaldırması, ulaşımı kolaylaştırması, su gereksinimini karşılaması, öteden beri düşünülen, fakat bir türlü uygulamaya konmayan önlemlerdir.
KKTC ile TC arasında bu alanlarda sıkı işbirliğinin kurulmasına kimsenin söyleyecek bir şeyi olamaz.
Deklarasyonun siyasal içeriğinde bazı yeni unsurlar vardır. KKTC'nin Savunma ve Dışişleri'nin Türkiye tarafından üstlenmesi, iki devlet arasında bir Ortaklık Konseyi'nin kurulması gibi. Deklarasyonda "özel ilişkiler" diye belirtilen bu unsur, Ecevit ve diğer yetkililerin açıklamalarında "kısmi bütünleşme" olarak geçiyor.
Her ne kadar belgede "özerklik" terimi kullanılmıyorsa da, gene yapılan konuşmalardan entegrasyonun bu yönde geliştirilmek istendiği anlaşılıyor...
* * *
BARIŞ Harekatının yıldönümünde dünyaya ilan edilen deklarasyon, iki faktörün sonucudur.
Birincisi, AB Komisyonunun "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile üyelik müzakerelerine başlama konusundaki kararıdır.
Ortak açıklamanın girişindeki ifadeler ve bu vesile ile yapılan konuşmalar, AB Komisyonunun bu kararının Ankara ve Lefkoşa'yı "bütünleşme" politikasına sarılmaya adeta zorladığını gösteriyor.
İkinci faktör hükümet değişikliği ve bu hükümette Bülent Ecevit'in Başbakan Yardımcısı olarak yer almasıdır. Ecevit'in öteden beri bütünleşme politikasını hararetle savunduğu biliniyor.
Yeni hükümetin daha işe başlarken Kıbrıs sorununun - gerek New York görüşmeleri, gerekse AB Komisyonu'nun kararı ile - gündeme gelmesi, Ecevit'e, görüşleri doğrultusunda atağa kalkma fırsatını vermiştir...
Bu iki faktörün de etkisi ile, şimdi Kıbrıs meselesinde yepyeni bir durum ortaya çıkıyor. (Bunun Türkiye açısından nasıl gelişebileceğini yarınki yazımızda ele alacağız.)
* * *
EĞER AB Komisyonu bir yandan Türkiye'ye adaylar arasında yer vermeyi reddederken, diğer yandan "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile üyelik için müzakere sürecini başlatma kararını vermese idi, bu noktaya gelinmeyebilirdi.
Ankara, uzun zamandır AB'yi Kıbrıs'la ilgili tutumu konusunda uyarıyordu..
Komisyonun bu uyarıları hafife alması ve hele Kıbrıs'la ilgili görüşmelerin başladığı, Türk - Yunan yakınlaşmasına doğru gidildiği ve Ankara'da hükümet değişikliğinin olduğu bir sırada böyle bir karar alması düpedüz akılsızlıktı.
Şimdi sakın AB yetkilileri ortaya çıkan yeni durumun sorumluluğunu Türk tarafına yüklemeye kalkışmasın. Komisyon'un kararı karşısında Türklerin boynunu büküp haraketsiz kalması mümkün mü idi? Neler olabileceğinin işareti daha önce verilmemiş miydi?
Avrupalı dostlar kabahati biraz da kendilerinde arasınlar ve hatayı düzeltmeye çalışsınlar. Belki böylece daha ciddi bir kriz önlenebilir...
* * *
ORTAK deklarasyonun ekonomik işbirliği gibi konularda öngördüğü önlemleri bu hükümet bir an önce hayata geçirmeye kararlı görünüyor. Bütün beklentiler de zaten geç kalınan bu tedbirlerin sözde kalmaması ve uygulamaya konmasıdır.
Siyasal entegrasyona yönelik önlemlere gelince, yetkililer bunun AB'nin Kıbrıs'la ilişkiler konusunda takınacağı tavıra bağlı olduğunu söylüyorlar. AB'nin Güney Kıbrıs'la üyelik yönünde atacağı her adıma karşılık, Türkiye de KKTC ile bütünleşmeye gidecektir.
Diğer bir deyişle, entegrasyonla ilgili orta vadeli planlar şimdiden hazırlanacak, fakat uygulamaya konup konmayacağı, AB'nin bundan sonra alacağı tavıra göre belirlenecektir.
Top şimdi AB'dedir...
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr