Suriye’de rejim karşıtı gösterilerin giderek yayıldığı ve ordunun protestocuların üzerine gaddarca yürüdüğü bir sırada, Başbakan Recep Tayip Erdoğan, ABD’deki CBS kanalına verdiği demeçte, “yakın arkadaşı” Başkan Beşar Esad’ın “atması gereken adımlarda geciktiğini” söyledi, ancak kendisine “çekilme çağrısını yapmak için çok erken olduğunu” belirtti.
Arap dünyasındaki halk hareketleri karşısında koltuklarını korumak için direnen otoriter liderlere “çekilme çağrısı”nın hangi şartlarda, ne zaman yapılması gerektiğine karar vermek gerçekten çok zor.
Bu zorluğu, pek çok ülke gibi, Türkiye de Mısır ve Libya olaylarında yaşadı.
Zamanlama önemli
Mısır’da halk hareketi başladığı zaman, Türkiye -ABD ve diğer birçok ülke gibi- “bekle-gör” tutumunu benimsedi. Tahrir meydanındaki olaylar ülke çapında yayıldıktan sonra -henüz fazla kan dökülmeden- Başbakan Erdoğan Başkan Mübarek’e bir an önce çekilmesi çağrısında bulundu. Benzer çağrılar Başkan Obama ve diğer dünya liderlerinden de geldi. Sonuçta Mübarek fazla direnemedi ve çekildi.
Libya’da ayaklanma başladığı zaman, Kaddafi’nin verdiği karşılık çok sert oldu. Libya güvenlik güçleri bu hareketi şiddetle bastırmaya çalışınca, BM Güvenlik Konseyi’nden “sivilleri korumak” gerekçesiyle, sınırlı bir askeri müdahale kararı çıktı. Bu arada birçok lider Kaddafi’ye çekilme çağrısında bulundu.
O aşamada Ankara Libya’daki Türkleri kurtarmak ve ekonomik çıkarlarını korumak için suskun davranmayı yeğledi. Olaylar büyüdükten ve Trablus üzerinde baskılar iyice yoğunlaştıktan sonra, Erdoğan Kaddafi’ye açıkça “git artık” mesajını verdi.
Suriye’deki olaylar farklı görünse de, diğer Arap ülkelerindekinden daha az ciddi değil.
Suriye’de sokak hareketleri iki aydır devam ediyor ve giderek ülke çapında yayılıyor. Suriye’de (Mısır’dan farklı olarak) ordu tanklarla, toplarla karşılık veriyor, polis eline geçirebildiği göstericileri tutukluyor, işkenceye tabi tutuyor. Şimdiye kadar 800 kişinin öldüğü, 8 bin kişinin de tutuklandığı bildiriliyor.
Ankara şimdilik “bekle-gör” tavrını sürdürüyor. Başbakan CBS’ye demecinde, kendisinin Esad’a siyasi reformları bir an önce ilan etmesi için sürekli telkinde bulunduğunu, ancak bunda “geç kalındığı için bu noktaya gelindiğini” belirtti.
Ancak Erdoğan henüz bu noktada “yakın arkadaşına çekilme çağrısında” bulunmayı düşünmüyor. Başkan Esad’ın kaba kuvvet kullanmak yerine, halkın isteklerini karşılamaya ve göstericilerle uzlaşmaya çalışacağını ümit ediyor.
Zor tercih
Ankara’nın bu konuda temkinli davranmasının nedenlerini anlamak zor değil. Kuşkusuz en önemli neden “yakın arkadaşlık” ve kişisel sempati değil. Son zamanlarda Türkiye ile Suriye arasında -ortak bakanlar kurulu toplantılarından vizenin kaldırılmasına kadar- çeşitli alanlarda “stratejik ilişkiler” kuruldu. Ayrıca Suriye’de birliğin ve istikrarın devamı, Türkiye açısından çok önemli. Komşu ülkedeki siyasal çalkantıların ve kargaşanın Türkiye’ye zararlı yansımaları olabilir.
Bu nedenlerden ötürü Ankara, Suriye’deki değişimin Esad ile halk arasında bir uzlaşma temelinde gerçekleşmesini tercih ediyor.
Ama asıl soru şu: Böyle bir uzlaşma olacak mı?
Olursa, Türkiye için ne ala. Etraf sakinleşir, ilişkiler eskisi gibi devam eder.
Ya olmazsa? İç çatışmalar ve kaos ortamında “bekle-gör” politikasını sürdürmek imkânsızlaşır.
O zaman Erdoğan çok zor bir tercih karşısında kalabilir...