Suriye’den Türkiye’ye günlerden beri devam eden sığınmacı akını, Suriye krizinin ülkemizi direkt etkileyen insani yönü.
Komşu ülkedeki dramatik olayların bir de ikili ilişkilere yansıyan siyasi boyutu var.
Başbakan Erdoğan’ın geçenlerde Suriye meselesinin aynı zamanda Türkiye’nin de bir iç sorunu söylemesi boşuna değildi.
Sayıları her gün artan ilticalar, bu sorunun en hissedilen tarafı. Türkiye bu konudaki geleneksel tavrını bir kez daha göstererek sığınmacılara kucak açıyor, onları sınıra yakın bölgelerde barındırıyor.
Ama bu göç dalgasının kısa sürede kesilmeyeceği anlaşılıyor. Sınırın öbür yanında Türkiye’ye geçmek isteyen daha binlerce Suriyeli var.
Uluslararası toplumun bu sorumluluğu Türkiye’ye bırakması insafsızlık olur. Ankara destek çağrısında bulunmasa dahi, diğer ülkelerin bu alanda Türkiye ile işbirliği yapması gerekir.
* * *
Türkiye’ye iltica eden Suriyeliler sayesinde, bütün dünya bu ülkede olup bitenleri daha net görebiliyorlar.
Suriye şu anda tamamen kapalı bir kutu. Esad rejiminin ayaklanan halkına karşı gaddarca davranışını ne yabancı gazeteciler, ne de uluslararası kuruluşların temsilcileri yerinde izleyebiliyor. Ancak Türkiye’ye kaçan sığınmacılar, özellikle Cizr el Şuhur kenti ve çevresinde yaşanan felaketi kanıtlarıyla açıklayabiliyorlar.
Türk medyasına da yansıyan görüntüler ve bilgiler, olayların dehşet verici boyutlarını yansıtıyor.
* * *
Peki, Esad’ı durdurmak için kim, ne yapacak?
Açıkçası Libya’da halkı Kaddafi’nin gazabından korumak için alınan tavrı (ve hele askeri müdahaleyi) Suriye için düşünen veya göze alan yok. Suriye konusunda çeşitli ülkelerin sembolik farklı çıkarları ve endişeleri var. Bu yüzden BM Güvenlik Konseyi’nden bir kınama kararı dahi çıkarmak mümkün görünmüyor.
Kaldı ki böyle bir karar çıksa bile Şam’daki yönetimi için, bu ne yazar?
Başkan Esad’ın amansız politikalarını sürdürürken neye güvendiği açık: Birincisi, kendisine sadık ordusuna, istihbarat servisine, Baas partisine ve onu yönlendiren kardeşi Mahir ile çevresine... İkincisi, İran başta olmak üzere kendisine yakın dış güçlere, Rusya’nın sessiz desteğine... Üçüncüsü de, duruma hâkim olduktan sonra (2 yıl önce İran’da olduğu gibi) kimsenin artık olup bitenlere karşı sesini çıkarmayacağı inancına...
* * *
Sınırdaki ilticalar nedeniyle dikkatler Türkiye’nin ne yapacağı üzerinde toplanıyor.
Batı’da bazı yetkililer, Türkiye’nin Şam üzerinde nüfuzunu kullanmasını beklemediklerini söylüyorlar.
Ne var ki, son zamanlarda Esad’a söz geçiremeyen Erdoğan dahi artık bu konuda pek istekli ve umutlu değil. Bir yetkilinin deyişiyle, Esad’ın sertleşen eylemleri ve halkın artan öfkesi, uzlaştırıcı bir rol için fazla bir şans bırakmıyor.
Ama şu da bir gerçek ki, Türkiye olup bitenleri uzaktan seyredecek bir ülke konumunda (örneğin bir Brezilya veya Çin gibi) değil. Her şeyden önce Türkiye’nin Suriye ile 800 kilometrelik bir ortak sınırı var. Ve şu anda bu sınırdan Suriyeliler Türk topraklarına akın akın geliyor...
Ama bu krizi çözmek için Türkiye daha ne yapabilir?
Bugün Dışişleri Bakanlığı’nda, çeşitli merkezlerden Ankara’ya çağrılan büyükelçilerin katılımıyla yapılacak olağanüstü toplantıdan bakalım ne gibi fikirler ve tavsiyeler çıkacak...