Su sırada böyle bir sevince, coşkuya ve morale çok, ama çok ihtiyacımız vardı...
Seul’den gelen zafer müjdesi, günlerdir Ankara’nın içimizi karartan kasvetli ve stresli havasını dağıttı. Meydanları ve sokakları dolduran insanlarımız, Milli Takımımızın 48 yıldan beri ilk kez Dünya Kupası’nda ikinci tura yükselmesinin gururunu doya doya yaşadı. Son zamanlarda siyasetin ve ekonominin yıprattığı özgüven ve umut duyguları yeniden canlanıverdi...
Demek ki, Türkler azmettiği ve sistemli çalıştığı takdirde engelleri aşabiliyorlar, başarıya ulaşıp "yıldızlar"ın safında yerlerini alabiliyorlar.
Bu sporda da öyle, başka alanlarda da...
***
MİLLİ Takımımızın dünkü başarısı, örneğin siyasette de benzer bir performansın mümkün olup olmadığı sorusunu akla getiriyor.
Neden olmasın ki?
Galiba sporculardan da alınması gereken dersler var. Özellikle ön hazırlık, uyum, takım çalışması, sistem gibi konularda...
Son günlerde Türk siyasetinin takılıp kaldığı sorunlara bakalım: AB yolunu açacak adımlar gündeme gelince, peş peşe engeller ortaya çıktı. İdam cezası, anadilde öğretim ve yayım gibi konular, sadece partileri (hatta koalisyon ortaklarını) değil, toplumu adeta böldü. AB’nin kriterleri derken, birdenbire bir hükümet krizinin eşiğine gelindi. Buna Başbakan’ın da hastalığı eklenince ekonomi de sarsılmaya başladı...
Türkiye’nin Kopenhag kriterleri diye anılan bazı demokratik reformları gerçekleştirmesi o kadar zor mu? Bunlar, öteden beri politikacıların da AB olsun veya olmasın, Türkiye’nin çağdaşlaşma yolunda, kendi halkının yararına atması gereken adımlar olarak gösterilmiyor mu?
Hedef ve kurallar belli olduğuna göre, Türkiye bu alanda neden tur atlamasın ki?
***
DÜNYA Kupası’na nasıl belirli bir hazırlık içinde ve belirli bir takvimle gidiliyorsa, aynı disiplinle AB üyelik sürecine girilebilir.
Tabii ki konular çok farklı. AB ile bütünleşme yolu çok uzun ve çetin. Çıkarlar çok daha karmaşık...
Ama temel kuralların, belirli bir takvim içinde yerine getirilmesi gibi hususlarda artık tereddüde yer yok. Oysa Türkiye günlerdir bunu tartışıyor. Nitekim dün de, Ankara’dan "Haziran sonu veya ekim başı gibi bir tarih olamaz. Telaşa gerek yok. Takvim cenderesi içinde iş yapmayız" gibi sesler geldi. Hatta bazı resmi ağızlardan "Zaten AB’nin bu yılın sonunda genişleme politikasını ertelemesi ihtimali var" gibi sözler duyuldu...
Kuşkusuz telaşa hacet yok. Ama biraz acele etmek gerekmiyor mu? İşi son dakikaya bırakmak daha mı iyi? Hareket zamanı (eğer bunda kararlılık varsa) şimdi değil mi?
AB’nin "genişleme" politikasında bir "erteleme olasılığı"na gelince; bu sadece bir ihtimal. Türkiye bu "olasılığa" güvenip, reformları daha ağırdan mı alacak? Şimdiden belirlenen hedefe doğru hızla ilerlemek, daha akıllıca (ve Türk halkının daha çok yararına) olmayacak mı?
Spordaki gibi, siyasette de tur atlayabilsek...