Sami Kohen
BATILILARIN kafası gene karıştı. Türkiye'de olup bitenler ve bundan sonra olabilecekler hakkında kesin bir fikir edinmek için zamanı erken buluyorlar. Ankara'daki son siyasal fırtınanın kaldırdığı tozun yere konmasını bekliyorlar.
Resmi açıklamalar, iki hafta önceki darbe söylentilerinin yarattığı kaygılardan sonra, bu aşamada nispi bir rahatlamanın işaretini veriyor. Örneğin, Washington'da, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün, Cumhurbaşkanı Demirel'in, Başbakan Erbakan'ın istifasından sonra Mesut Yılmaz'ı yeni hükümeti kurmakla görevlendirmesini Türkiye'de demokratik sistemin işlediğinin kanıtı olarak göstermesi de bunun açık bir belirtisi.
Kuşkusuz bu tutum, Erbakan'ın ve Çiller'in olayı gayri demokratik olarak gördüklerine ilişkin beyanları ile çelişiyor. Batı başkentleri, Demirel'in bu görevi Yılmaz'a vermiş olmasını bu açıdan sorgulamıyor.
Nitekim öğrendiğimize göre ABD Dışişleri Bakanlığı'nda Yönetim'in üst kademeleri için hazırlanan bir bilgi notunda da son gelişmelerin sisteme ve kurallara uygunluğu belirtiliyor.
* * *
ERBAKAN'ın istifasından günümüze dek Ankara'daki gelişmelere Batı basınının bakışında bazı ilginç noktalar dikkati çekiyor.
Konu ile ilgili analizlerde, genelde şu hususlar vurgulanıyor:
1) Erbakan'ın istifası, askerlerin dayatmasının bir sonucudur. 2) Türkiye'de askerler laikliğin savunucusudur. Ordu, Refahyol yönetiminde ülkede laiklikliğin tehlikeye düştüğü kaygısı ile siyasete daha aktif olarak müdahale etmiştir. 3) Türkiye şimdi demokrasi - laiklik - İslam üçgeni içinde, bir yol kavşağındadır. Sorun sadece hükümet ile değil, rejim ile de ilgilidir...
Bu açıdan Batılı analistler şimdi Türkiye'ye bir nevi laboratuvar gibi bakıyorlar! Türk deneyiminin, İslam dünyası içinde örnek olabilecek sonuçlar vereceğini düşünüyorlar.
Amerikan basınında bu bağlamda çıkan son yazılardan bazı pasajlar aktaralım:
"New York Times"daki başyazıda şöyle deniyor: "Erbakan'ın istifası, halen bütün İslam dünyasını ilgilendiren bir sorundan, yani İslami partilere ne kadar özgürlük tanınması gerektiği konusundan kaynaklanıyor... Bazı İslam ülkelerinde - Cezayir, Tunus, Mısır gibi - İslamcı partiler doğrudan yasaklanmıştır. Ancak bu tür yasaklar, sonunda baskıcı polis devleti sistemini yaratır.
Demokratik kurallara uyması olasılığı olan İslami hareketlerin radikalleşmesine de yol açabilir... İslamcı örgütler yasaklanınca yok olmazlar, sadece metodlarını değiştirirler"...
"Washington Post" şunları yazıyor:
"Türkiye'deki siyasal belirsizlik, demokrasi ile asker, Batı ile Doğu, hoşgörü ile köktendincilik arasındaki gerginliklerin bir sonucudur. Türkiye'nin Batı'daki dostları, generallerin demokratik olmayan bir hareketin, demokratik yollarla iktidara gelmesi korkularına sempati gösteriyor. Ancak aynı dostlar, demokrasiyi rafa kaldırmanın mevcut olan sorunu ertelemekten ve kızıştırmaktan başka bir işe yaramayacağını da düşünüyorlar"...
"Wall Street Journal"ın değerlendirmesi ise şöyle: "Türk ordusu demokrasiye müdahalede bulundu mu? Evet. Refah demokrasiye, özellikle ilerisi için, bir tehdit oluşturdu mu? Büyük olasılıkla evet... Bu aşamada bu konudaki tartışmalar Türk demokrasisinin esas meselesinden dikkatleri başka tarafa çeker.
Esas sorun partilerin zaafı, aralarındaki bölünmeler, yolsuzluklar ve samimiyetsizlikleridir"...
Diğer bir yazıda aynı gazete,
"Türkiye'de olanların temelinde yatan sorun birbirine karşıt iki dünya görüşü arasındaki uzlaşmaz mücadeledir" diyor. "Chicaga Tribune" da bir başyazısında Türkiye'de halen
"dinci ve laik fundamentalizm"in karşı karşıya gelmiş olduğunu öne sürüyor ve iki hareketin de aynı derecede tehlikeli olduğuna işaret ediyor. "New York Times" da İran ile Türkiye arasındaki bir karşılaştırmada farkı şöyle özetliyor: "Laik Türkiye İslami kesimin tepkileriyle, İslami İran ise laiklerin tepkisi ile karşı karşıya.
Türkiye'nin çabası, İran'daki kabusa sürüklenmeden, dengeyi bulmaktır"...
İşte Batılılar, Ankara'daki olayları, bu geniş açıdan bir "laboratuvar deneyi", gibi merakla izliyorlar...
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr