Sami Kohen
MADRİD'de Türk - Yunan anlaşmasının ilanı, bütün dikkatimizi bizim için tarihi bir önem taşıyan bu olay üzerinde toplamamıza yol açtı. Oysa, Madrid'deki esas tarihi olay, NATO zirvesinde varılan bir dizi karardı.
Genel Sekreter Solana'nın deyişi ile, "Avrupa mimarisini 21'inci yüzyıla taşıyacak olan bu kararlar", kuşkusuz Türkiye için de önem taşıyor.
Madrid'deki NATO zirvesinin başlıca amacı, genişleme politikasını bir yandan yeni üyeleri belirlemek, bir yandan da Avrupa'dan Asya'ya kadar uzanan birçok ülkelerle yeni bağlar kurmak suretiyle, hayata geçirmekti.
Zirve öncesine kadar çeşitli başkentlerde NATO'nun "Doğu'ya açılması"nın lehinde ve aleyhinde çok hararetli tartışmalar yapıldı. Ama Madrid toplantısı ile bu tartışmalar geride kaldı. Aynen, NATO'ya başta hangi ülkelerin alınması gerektiği konusundaki münakaşalar gibi...
* * *
ZİRVEDE yapılan konuşmaların ve alınan kararların ışığında, bugün NATO'nun ekseni etrafında, bir dizi stratejik ve politik "çemberler"in oluşmakta olduğunu görüyoruz.
* İlk çemberde, şimdi 3'lerin, ilerde diğer Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin katılacağı grup yer alıyor.
Böylece 16'lar fiziki olarak genişlemiş oluyor.
* İkinci çember, zirvede, Ukrayna ile güvenlik konusunda imzalanan andlaşma ile oluşuyor.
NATO bu şekilde Avrupa sınırlarını daha doğuya kaydırıyor.
* Üçüncü çember, Litvanya'dan Azerbaycan'a ve Kazakistan'a kadar uzanan bölgedeki ülkeleri kapsıyor. Zirvenin son gününde, toplam 44 ülkenin liderlerinin bir araya gelişi doğrusu görülmeye değer bir manzara idi.
NATO bu ülkelerle oluşturduğu "Avrupa - Atlantik Ortaklık Konseyi" (AAOK) ile, işbirliği alanını ta Orta Asya'ya kadar yayıyor.
* Dördüncü çember, zirvede oluşturulmasına karar verilen "Akdeniz İşbirliği Grubu"nu içeriyor. NATO böylece Moritanya'dan Mısır ve İsrail'e kadar 6 Akdeniz ülkesi ile yeni bağlar kuruyor...
* Buna NATO'nun Rusya ile 27 Mayıs'ta imzaladığı senetle oluşturduğu Daimi Ortaklık Konseyi'ni de katarsak, NATO etrafında bir
beşinci çember de görebiliriz. Gerçi Rusya, özellikle kendi sınırına yakın ülkelerin NATO'ya üye olmasından veya dolaylı olarak NATO eksenine kaymasından hoşlanmıyor.
Ama Moskova'nın bu tarihi akımı durdurması mümkün değil. Bu nedenle Rusya da, ister istemez NATO ile kader birliği yapmak zorunda kalıyor.
Tabii NATO açısından, eski düşmanları dahil, pek çok ülkenin bu ittifakın içinde - veya yanında - yer almak için adeta yarışması, büyük bir zaferdir.
Soğuk Savaşın sonunda Varşova Paktı'nın ölümünden sonra, "NATO yaşayacak mı" diye soruluyordu. Madrid'de de görüldü ki, NATO sadece yaşamını sürdürmekle kalmıyor, büyüyor, gelişiyor da...
* * *
BÜTÜN bu gelişmelerin Türkiye'yi ilgilendiren yönleri var.
Bir kere şunu hatırlatalım: Türkiye 1952'de NATO'ya girdiği zaman, SSCB'nin tehdidi altında idi. O zaman NATO (özellikle ABD) Moskova'nın yayılmacılığına karşı, Türkiye'yi korumak ve kendi etkinlik alanını Sovyet hududuna kadar yaymak için, Ankara'nın başvurusunu tereddütsüz kabul etmişti.
Bugün Doğu Avrupa ülkelerinin başvuruları, demokrasi, siyasal ve ekonomik istikrar gibi kriterlere göre değerlendiriliyor. Madrid'de kulislerde Türkler şu espriyi yapıyordu:
"İyi ki o zaman girmişiz. Yoksa bugü NATO'da - AB'de olduğu gibi - bizi de kapıda bekletirlerdi"!..
Aslında Türkiye NATO'nun genişlemesine ilişkin tartışmaları doğru dürüst yapmadı. Oysa, bu konu iyice incelenseydi, Türkiye açısından bazı sakıncaları olduğu da farkedilirdi. Örneğin şimdi dikkatlerin daha çok yeni üyelere çevrilmesi, Türkiye'nin marjinal bir konuma gelmesi, genişlemenin mali bir yük getirmesi, Rusya'nın bu tavrı kendisine karşı sayması gibi... Eğer Türkiye bu değerlendirmeleri zamanında daha iyi yapsaydı, belki de "NATO kartı"nı daha etkili biçimde kullanabilirdi.
Neyse, şimdi bu tartışmalar geride kaldı. Bundan böyle Madrid zirvesinin açtığı yolda, yani "21'inci yüzyılda Avrupa mimarisi"nde nasıl bir rol alacağımızı düşünelim...
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr