Gerçi bu havaalanında da, Kuzey Amerika'daki diğer havaalanları gibi, "en üst düzey alarm" durumu yürürlükte. Ancak son "uçak terörü komplosu"nun hedefi olarak gösterilen İngiliz Havayolları, şimdiye kadar görülmeyen cinsten son derece kısıtlayıcı güvenlik önlemleri uyguluyor.Vancouver'den ayrılırken ve Londra'daki Heathrow Havaalanı'ndan transit geçerken, bu önlemlerin nereye kadar varabileceğini gördük. Örneğin, el bagajı, hatta kadınların el çantası yasak. Yolcuların eline bir şeffaf plastik torba veriliyor. Buna sadece pasaport, uçak bileti, cüzdan ve sıvı olmayan (hap cinsinden) ilaç konabiliyor. Diş macunu, makyaj malzemesi, "kitle imha silahları" sayılıyor!Ya kitap? İşte bunun dahi bir anlaşmazlık konusu olduğunu gördük. Bazı görevliler buna izin verirken, bazısı da bunu da yasaklar listesine dahil etti... Son günlerde Atlantik'in iki yakasında hâkim olan "havaalanı dehşeti"nden biz de nasibimizi aldık! On binlerce uçak yolcusu gibi, biz de "sıvı bomba tehdidi"nin yol açtığı sıkıntıyı, Alaska seyahatimizin sonunda; Kanada'nın Vancouver kentinden ayrılırken yaşadık. Vancouver'deki uzun kuyruklardaki bekleyişin benzerini Heathrow Havaalanı'nda da yaşadık. Transit yolcular -ayakkabılarını çıkarmak dahil- çeşitli "tarama" yöntemlerine tabi tutuluyor.Uzun kuyruklardan değişik sesler yükseliyor. Önümüzdeki İsviçreli genç çiftin yorumu şöyle: "Dersimizi aldık. Artık İngiliz ve Amerikan uçakları ile uçmak yok"... Bir Hollandalı işadamı ise "Önce güvenlik gelir. Hayatımızı korumak için alınan bu önlemlere saygılı olmalıyız" diyor... Bir Kanadalı ise şu görüşü ortaya koyuyor: "Artık yeni seyahat tarzımız, hayat tarzımız gibi, bu oluyor. Buna alışmaktan başka çaremiz yok"...Bu uygulamaların ne kadar süreceği belli değil. İngiltere'de havaalanlarındaki alarm "kritik"ten "ciddi"ye düşürüldü, ama, pratikte yolcuların sıkıntıları gene aynı derecede sürüyor. Bu yüzden rezervasyonlarını iptal edenler, başka havayollarına transfer olanlar, hatta seyahat projelerinden vazgeçenler çok... Önce güvenlik... Bütün bunlar İngiliz istihbarat birimlerinin ortaya çıkardığı, Trans-Atlantik uçuşlara yönelik terörist komplosunun yarattığı sıkıntıların bir yüzü.Sorunun bir o kadar ciddi siyasal boyutları da var.Aslında İngiliz güvenlik servisi M-15'in, "El Kaide" ile ilintisi bulunduğu öne sürülen bu tertibi, zamanında haber alıp büyük bir faciayı önlemesi, büyük başarı sayılıyor. İnsan Atlantik uçuşları sırasında birkaç uçağın birden bazı sıvı maddeleri ayaküstü bir araya getiren intihar bombacıları tarafından patlatılmasının ne kadar dehşet verici bir şey olduğunu düşünmek bile istemiyor...Buna inanmak dahi o kadar zor ki, bu komplonun "mahsus uydurulduğunu" iddia edenler var. Neyse ki, bu komplo teorilerine inananların sayısı çok değil...Ancak, İngiltere ve ABD de dahil, Batı'da bu olay, bir kez daha "güvenlik ile özgürlük" veya "demokrasi ile terörizme karşı savaş" arasındaki ilintiyi bir kez daha tartışmaya açıyor. Alınan sıkı önlemleri (örneğin zanlıların uzun süre yargısız gözaltında tutulması gibi) "Batı'nın geleneksel özgürlükçü değerleri"ne ve insan haklarına aykırı sayanlar var. Buna karşılık "önce yaşama hakkı, can güvenliği" diyenler ve kısıtlamaları gerekli sayanlar da var...Açıkçası, bu tartışmalar da, "yeni hayat tarzı"nın bir parçası oluyor... skohen@milliyet.com.tr Ya özgürlük?..