Türkiye’de görev yapan Avrupalılar, Başbakan Erdoğan’ın medyaya dönük, artan hırçınlığını hayretle izlemeye devam ediyorlar. Bunda şaşılacak bir şey yok tabii. Fransız Büyükelçisi Bernard Emie ile gazetemizde dün yer alan söyleşimizi görmüşsünüzdür.
Emie konuyu net bir şekilde ortaya koydu. “Fikir ve bilgi edinme özgürlüğünde ısrarlı olduklarını” belirterek şöyle konuştu: “Tüm dünyada olduğu gibi burada da basın özgürlüğü önemlidir. Basın da bu arada tüm güç odaklarından mümkün olduğu kadar bağımsız olmalı. Basın ne kadar şeffaf olursa o kadar iyidir.”
Hükümete dair endişe artıyor
Emie burada kişisel görüşlerini ve tercihlerini yansıtmıyor. İfade ettiği görüşler herhangi bir özel siyasi yaklaşımı da yansıtmıyor. Bunlar sonuçta demokrasiye inanan herkesin paylaştığı görüşlerdir.
Emie, bu görüşlerini aynı zamanda AB dönem başkanı sıfatıyla dile getiriyor. AB üyeliğine aday bir ülke olarak
AB Dönem Başkanı Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Bernard Emie, AB’nin basın özgürlüğü ve yolsuzluklar konusunda çok ısrarcı olduğunu belirtti. Emie, üye ülkeleri bu “yolsuzluk” açısından yakından izlediklerini de vurguladı
Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Bernard Emie, iki ülke ilişkilerinin en zor dönemlerinden birinde Türkiye’ye atandı. Bir yıl kadar önce Ankara’ya ayak bastığında, Paris’in Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkması ve Ermeni meselesine yaklaşımı nedeniyle Türk-Fransız ilişkileri kopma noktasına doğru ilerliyormuş gibi bir görüntü veriyordu.
Büyükelçi Emie, bu olumsuz durumu düzeltmek için hâlâ sıkı bir çaba içinde. İki ülkenin Akdeniz İçin Birlik, Orta Doğu meselesi ve Kafkaslar’daki gelişmeler gibi konularda ortak çaba sarf ediyor olması sonucunda ikili ilişkiler de son aylarda daha olumlu bir mecrada seyrediyor. Bu da büyükelçinin işini biraz daha kolaylaştırmış bulunuyor. Ancak
Gürcistan’daki gelişmeler dikkatleri farklı bir yana çevirdi. Oysa Irak’ın kuzeyinde Türkiye’yi de ilgilendiren tehlikeli gelişmeler yaşanıyor. ABD’li yetkililere dayanan Batılı basın kuruluşları bir Arap-Kürt savaşından dahi söz etmeye başladılar.
Yazılanlara göre, sorun, Kürtlerin Kuzey Irak’taki bölgelerinden çıkıp güneye doğru neredeyse 500 kilometrekarelik bir alanı askeri olarak ele geçirme çabalarından kaynaklanıyor.
Washington Post gazetesi, Kürtlerin yayıldıkları bölgenin sınırlarına, peşmergeler tarafından korunan ve Kürdistan bayrağını dalgalandıran 34 geçiş noktası kurduklarını bildirdi. Tartışmalı bölgeler ise Ninova, Tamim, Selahaddin ve Diyala eyaletlerini içeriyor.
Etnik temizlikten şikâyet
Başta Diyala’da bulunan Jalavla kentinde olmak üzere, ister Şii ister Sünni olsunlar, bu genel bölgede yaşayan Araplar Kürtlerin etnik temizlik girişimlerinden şikâyet ediyorlar. Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin özellikle Diyala eyaletindeki peşmergeleri çıkarmak için
Dışişleri Bakanı Babacan, Ermenistan’a yapılan “Ortak Tarih Komisyonu” önerisinin halen geçerli olduğunu belirterek, “Tarihimizden asla korkacak bir şeyimiz yok ve bu tarih komisyonunun belgeler üzerindeki çalışmasındaki sonuçlarla Türkiye olarak şimdiden yüzleşmeye hazırız” demiş.
Bu sözler yeni değil. Başbakan Erdoğan aynısını çeşitli vesilelerle söyledi. Ancak, dünyanın yakından izlediği Türkiye ile Ermenistan arasındaki son gelişmeler ışığında bu çıkış yine de dikkat çekecektir.
Fakat, bu sözlerinin içinin nasıl doldurulacağı belli değil. Zira Türkiye’de “Ermeni meselesi” konusunda resmi tarihin basit çözümlemelerinin ötesine geçildi mi, ortalık karışıyor. Ermeni tarafında da durum farklı değil.
Ezber bozan yaklaşım gerekli
Türkler için tarihimizin bu boyutunun ayrıntılarını eşelemek nasıl “tabu” sayılıyorsa, aynı şey onlar için de geçerli. 1915’i bütünlüklü olarak anlamamızı sağlayacak gerekli “sentezler” de bu
Mihail Saakaşvili’nin Güney Osetya kumarı Kafkaslar’daki dengeleri altüst etti. Rusya’nın, bu kumara dayanarak Gürcistan’ı bölmesi, Ermenistan ile Azerbaycan’ın hesaplarını da bozdu.
Kafkaslar’da yerinden oynayan taşlar, 17 yıldır sürüncemede kalan Karabağ sorununun çözümünü Bakü ve Erivan için daha da acil bir hale getirdi. Bu arada Türkiye’ye de, söz konusu ihtilafın adil çözümüne katkıda bulunması için önemli bir fırsat doğdu.
Suriye ile İsrail’i bir araya getiren Ankara, şimdi de “Kafkas atılımı” ile dünyanın dikkatini çekmeye başladı. Fransa’nın önemli gazetelerinden “Le Figaro”nun Türkiye ile ilgili son başmakalesi bunu gösterdi.
Lübnan’da yayımlanan “The Daily Star” gazetesinin, “Türkiye’nin cazibe atılımı umutlara ilham oluyor” başlıklı dünkü başmakalesinde de aynısını görmek mümkün. Ankara’nın Ortadoğu ve Kafkaslar’daki adımlarından övgüyle söz eden gazete,
Ankara’da şu sıralarda birçok büyükelçilikte nöbet değişimi yaşanıyor. Yeni gelen bir diplomatla önceki gün konuşuyorduk. “Türkiye’de hayatın sıkıcı olmayacağı söylenmişti, ama bu kadar heyecanlı olacağını tahmin etmedim” diye takıldı bize.
Kapatma davası, Ergenekon derken diplomatların dikkati bu kez de Deniz Feneri davası ve Başbakan Erdoğan’ın buna dayanarak Aydın Doğan’a yönelttiği suçlamalar üzerinde yoğunlaşmış durumda.
Konuya basit bir hükümet-medya patronu kavgası olarak da bakılmıyor. Çünkü olayın AB’yi ciddi şekilde ilgilendiren boyutları da var ki, Avrupalı diplomatların Türkiye’den gelen uyarılar üzerine, bunların üzerinde daha fazla durmaya başladıklarını görüyoruz.
Kısacası, Erdoğan’ın sert çıkışları AB açısından çok önemsenen “basın özgürlüğü” konusuna dokunmakla kalmıyor. Bilindiği gibi, “Türkiye” denince AB’nin üzerinde en çok durduğu konuların arasında aynı zamanda “yolsuzlukla
Türkiye’nin sorgusuz desteği, Bakü’nün Ermenistan’a karşı en önemli kozlarından biridir. Erivan ile diplomatik ilişkiyi reddedip bu ülkeyle sınırlarını kapalı tutması ise Azeriler için bu desteğin somut ifadesidir.
Cumhurbaşkanı Gül’ün Erivan ziyaretinin Bakü’de tepkiyle karşılanması bu nedenle fazla şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan bazı tepkilerin ölçüsüzlüğüdür. Örneğin, Azerbaycan Demokrat Partisi başkanı Serdar Celaloğlu’nun söyledikleri.
“1news.az” adlı haber sitesine göre, Celaloğlu, Türkiye’nin tarihte Azerbaycan’a her zaman “ihanet ettiğini” iddia etmiş. Bunu söylerken de “Safavi dönemine” kadar gitmiş.
Şaşırtıcı diğer örnek ise “Yeni Azerbaycan” gazetesinin tutumudur.
Bu gazete de Türkiye’nin bu ziyaretle “dostunu arkadan hançerlediğini” iddia ediyor. İktidara yakın olan gazetenin bu çıkışı, Azeri hükümetinin açıkça dile getiremediğini bu şekilde ifade ettiğini akla getiriyor.
Kafalar
Bir yandan Ermenistan ile yeni açılım arayışları, diğer yandan Kıbrıs’taki yeni müzakere süreci, derken Türk dış politikası heyecanlı günler geçiriyor. Bunlar olurken, Başbakan Erdoğan’ın başrolde oynadığı Şam’daki “İstikrar İçin Diyalog” zirvesini de göz ardı etmek mümkün değil.
Batı basınına göre, geçen hafta yapılan bu zirveden önemli bir sonuç çıkmadı. Hatta, AB adına katılan, ama bazılarına göre daha çok Fransa’yı temsil ediyormuş gibi davranan, Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin, Şam’a gitmek suretiyle Suriye ile İran arasındaki “şer ekseni”ni güçlendirdiğini söyleyenler dahi var.
Bu arada, ABD’deki başkanlık seçimlerinin tamamlanmasına kadar, Türkiye’nin girişimleriyle yürütülen Suriye-İsrail görüşmelerinde fazla bir ilerleme beklenmemesi gerektiği de bu vesileyle anlaşılmış oldu.
Şam zirvesi önemliydi
Ancak, Ankara için Şam zirvesi, Türkiye ile Fransa arasında ortaya çıkmakta olan yeni bir anlayışın ipuçlarını vermesi