Diyarbakır 2. Hava Kuvveti Komutanlığı’nın sınırlarındaki direkten Türk bayrağının indirilmesi, “Çözüm sürecinin selameti söz konusuysa bayrak teferruattır” diye geçiştirilebilecek cinsten bir eylem değil.
Ancak bayrağın indirilmesini, sürecin başlatılmasına neden olan çıkmaza dönmek için bir vesile yapmak da kimsenin hayrına olmaz.
Olayı, bölgede baş gösteren alevlenmenin çok boyutlu sebepleriyle birlikte ele alırken, komutanlık kampüsü içindeki bir bayrağın alaşağı edilmesine, toplumun geniş kesimlerinin beklentisine uygun bir karşılık gösterilememesinin nedenleri üzerinde durmak gerekiyor.
Aslında, “nedenleri” demek de yanlış. Çünkü bunun temel bir nedene dayandığı açık.
Çözüm sürecinin ruhuna uygun hareket etmek.
Durum böyle olunca, o bayrağı oradan indiren eylemciye, asker tarafından belki de ölümle sonuçlanacak bir müdahalenin yapılmasını beklemek ne kadar gerçekçi olacak?
İşin bir yönü bu.
Türkiye, sıcak günlerden geçiyor. Bir yandan Cumhurbaşkanlığı seçimine hazırlanan Ankara, diğer yandan Güneydoğu’da çözüm sürecinin ruhuyla uyuşmayan kimi gelişmelere kilitlenmiş durumda. Önümüzdeki haftaların ve ayların bu önemli iki konusuna ilişkin olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı, Ak Parti Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan’la sohbet ettik. Akdoğan’a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
Sayın Başbakan’ın Ak Parti’nin cumhurbaşkanı adayı olacağı kesinleşti diyebiliriz. Nasıl bir cumhurbaşkanı göreceğiz? Kendisi Köşk’e çıkarsa aşağıda nasıl bir düzen kurulacak?
Sayın Başbakanımız 2007’deki gibi çok geniş istişareler yürütüyor. Neticede kişisel kariyer planlaması yapılmıyor. Bu bir memleket meselesi. Başbakanımızın isminin önde çıkması da normal bir durum. İstişareler tamamlanmış değil. Sayın Başbakanımızın takdiri önemlidir ve sonuçta bir karar verilecektir.
Peki, ailenin sıcak bakmadığı gibi bilgiler doğru mudur?
Elbette ailenin fikirleri önemli. Hepsinin farklı görüşleri olabilir. Ailede kimse bir anket falan yapmadı. Çok afakî değerlendirmeler yapmayı doğru bulmuyorum. Tayyip Erdoğan, büyük bir siyasi hareketin ve Türkiye’nin lideridir.
Çözüm sürecini, başlatıl-dığı dönemden 30 Mart yerel seçimlerine kadar geçen sürede ayakta tutan, kanın durması olmuştu.
Buna karşın, BDP-HDP-Kandil kanadının, “Somut adım atılmıyor, riskli bir sürece girdik” itirazları hiç bitmedi.
Türkiye önce Gezi Parkı olaylarını, ardından 17 ve 25 Aralık depremini ve yerel seçimi yaşadı. Şimdi Cumhurbaşkanlığı seçiminin arifesindeyiz.
Son birkaç gündür sürece ivme kazandırabilecek bazı sıcak gelişmeler uç vermiş durumda.
Lice’de karakol inşaatıyla ilgili yaşananlar, Diyarbakır’da çocukları dağa giden ailelerin protestoları çerçevesindeki tartışmalar sürerken ve gerilimin daha da yükseldiği ifade edilirken, sürece kaldığı yerden ama daha farklı bir anlayışla devam edileceğine yönelik işaretler geliyor.
Hatta, HDP heyetinin İmralı’ya hafta sonu yaptığı ziyaretten sonra önceki gün kamuoyuna yansıyan bilgiler, sürecin yol haritasının baştan başa yenilendiği ve bütünüyle yepyeni bir sürecin başladığı gibi bir hava bile yarattı.
Elbette bu havanın doğmasında heyetteki isimlerden İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in açıklamaları da etkili oldu.
Diyarbakır’da dağa çıkarılan çocukların ailelerinin yaptıkları eylem bir süredir gündemin üst sırasında.
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, çocukların ailelerinin yanına dönmesi konusunda Kandil’deki PKK yönetimiyle temasa geçme sözü vermesinin ardından, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la BDP-HDP yöneticileri arasındaki polemik sürüyor.
Dün bu konuda sıcak bir gelişme yaşandı. 1 Haziran’a kadar eylemlerini sürdürme kararı alan aileler, çocuklarının dönmesi için rol oynayacak tarafların çalışmalarını rahat sürdürebilmelerine imkân tanımak için eylemlerine ara verdiler.
HDP-BDP kanadı olayın “zorla dağa kaçırma” olmadığında ısrarlı.
Devlet yetkilileri ise çocukların örgüt tarafından kaçırıldığını, bunun çözüm sürecinin baltalanması olduğunu savunuyor.
Bu manzarada gözler pazar gününe çevrilmiş durumda.
HDP Grup Başkanvekilleri Pervin Buldan, İdris Baluken ve İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, son anda hesapta olmayan bir değişiklik olmazsa yarın İmralı’da Abdullah Öcalan’la kritik bir görüşme gerçekleştirecekler.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dün Ak Parti grup toplantısında yaptığı konuşmada, çocukları dağa kaçırılan ailelerin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde yaptığı eylemi selamladı.
BDP’ye, HDP’ye seslenen Erdoğan, “Neredesiniz? Hani zaman zaman gidiyor, anlaşıyor, alıp geliyorsunuz ya. Bu annelerin yavrularını alıp gelin bakalım. Aksi takdirde bizim de B planımız, C planımız devreye girer” dedi.
Hükümet, barış sürecinin içinden geçerken, örgütün “Buralar benden sorulur” tavrına halktan yükselen tepkiyi daha çok önemsiyor. Bunun örneklerinin kamuoyuna yansımasını özellikle istiyor.
Başbakan’ın dünkü grup konuşmasının bir bölümünü bu konuya ayırması ve “Bu güne kadar anneler, babalar tehdit nedeniyle bu feryatları dile getiremiyordu, acılarını içlerine atıyorlardı” vurgusunu yapması önem taşıyor.
Ancak, “Erdoğan’ın bir tehdit olarak öne sürdüğü B ya da C planı nedir, ne olabilir” sorusunun yanıtını ararken çok fazla seçenekle karşı karşıya olmadığımız da açık.
30 Mart yerel seçimlerine kadarki süre nasıl geçirildiyse, birçok açıdan milat olmaya aday Cumhurbaşkanlığı seçimine dek geçecek sürenin de aynı hat üzerinde ilerleyeceği kesin gibi.
HDP-BDP cephesinden dün de
Meclis, dün siyasi partilerin grup toplantılarının havası açısından özel bir gün yaşadı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, grup toplantısında, Soma faciasında kriz yönetiminin başında yer alan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a teşekkür etmesi önemliydi.
Ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında, madende can veren 301 işçinin isimlerini tek tek okudu ve başka hiçbir konuya girmeden, “Hakkınızı aramak namus borcumuzdur” cümlesiyle toplantıyı bitirdi.
CHP lideri ile bu toplantının ardından sohbet olanağı bulduk.
“Gerçekten böyle bir olayın üzerine bugün bir şey söylenmezdi. Çünkü sözün bittiği yerdeyiz. 301 kişi hayatını kaybetmiş, ne söyleyeceksiniz? Birilerinin çıkıp bu ülkenin insanlarından özür dilemesi lazım. Özrü bile fazla görüyorlar. Gerek görmüyorlar. Çünkü insanı insan olarak görmüyorlar” dedi.
‘Ortada mizansen var’
Zonguldak Karadon’daki faciadan sonra, madenin derinliklerinde yatan bedenlerin çıkartılmasını beklerken tek teselli, güçlü bir biçimde söylenen “Hesabı sorulacak” ifadesiydi.
Bugün öğreniyoruz ki 30 madenciye mezar olan faciadan sonra açılan dava 4 yıldır, tek bir tutuklu sanık olmaksızın sürdürülüyor. 25 kişinin yargılandığı davada istenen en yüksek ceza 15 yıl.
5. bilirkişi raporunun beklendiği davanın bu yıl içerisinde karara bağlanmayacağı da tahmin ediliyor.
Herkes, “Hesabı sorulacak” sözlerine inanmaya ve bu sözlerin gereğinin yerine getirilip getirilmediğini unutmaya hazır.
Hepimiz, alışkın olduğumuz bir düzenin içerisinde hangi felaket durumlarında hangi sözlere inanıp, sonra unutup, sonra yeni bir felakette bunları yeniden nasıl hatırlayacağımız konusunda eğitimliyiz.
Zaten felaketlerin durmaksızın başımıza gelmesinin sebeplerinin başında da bu geliyor.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı çileden çıkaran konuşmasının ardından yapılan tartışmalarda muhalefet eksikliği konusu tekrar işlenir oldu.
Bu ülkede muhalefet ihtiyacı nedeniyle bu konuşmalar yapılıyormuş.
CHP, ana muhalefet olarak bir türlü gösteremediği performansla bu ihtiyacı sürekli körüklüyormuş.
Kemal Kılıçdaroğlu o koltuğu bir türlü dolduramadığı için oluyormuş bütün bunlar.
Askeri vesayetten yakasını askeri vesayet kadar kafa göz yararak kurtaran, hukuksal vesayetin üstesinden yeni bir hukuk tanımıyla gelmeye çalışan Türkiye’nin tek problemi CHP’ymiş...
CHP’nin muhalefet boşluğunu bir türlü dolduramadığı, sağ iktidarlarla mücadelede on yıllardır rüşdünü ispat edemediği, kendisiyle uğraşmaktan hasmına vakit kalmadığı yolundaki eleştirilerde haklılık payı olduğunda kuşku yok.
Partinin bir transformasyona ihtiyacı olduğu, örgütsel sorunlar yaşadığı, kritik eşiklerde halkla iletişimde eksik ve geç kaldığı doğrudur.