Dün Gaziantep’teydik... Ak Parti’nin Gaziantep büyükşehir belediye başkan adayı eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in projelerini tanıttığı toplantıyı takip ettik.
Üç dönem şartı nedeniyle parlamentoya önümüzdeki yasama döneminde veda etmek zorunda olan Şahin, milletvekilliği ve bakanlık dönemindeki başarılı ve çalışkan çizgisini yerel yönetime de taşımayı hedefliyor.
Gaziantep, büyük bir transformasyon geçirmiş. Şahin, mevcut Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey’den böyle bir şehir devralmaya hazırlanıyor.
Gaziantep’e ilişkin notları daha sonra okurlarımızla paylaşacağım. Dün bizi Gaziantep’te ağırlayan Ak Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik’le sohbet olanağı bulduk. Çelik, gündemdeki sıcak gelişmelere ilişkin olarak şu önemli mesajları verdi:
‘Tahliye başka, beraat başka’
17 Aralık operasyonuyla ilgili tahliyeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, siyasi yaşamında karşı karşıya kaldığı en büyük sorunun bertaraf edilmesi için milat olarak lanse ettiği 30 Mart yerel seçimlerinden sonra masasındaki en önemli mesele çözüm sürecinin kaderi olacaktır.
Siyasi dizayn planlaması, öncelikli gündem maddeleri mecburen değişen, odaklandığı noktalarda dikkati dağılan, belirleyen olmaktan çok kendini koruma refleksiyle hareket etmek zorunda kalan hükümet, yerel seçim sonrasında barış sürecinde manevra alanını ne ölçüde kullanabilecektir?
Bu soruya yanıt ararken, hükümet ve güvenlik bürokrasisinin çözüm süreci ve aktörleri konusunda yansıttıkları son manzarayı özetlemek gerekiyor. Yapılan değerlendirmeler genel hatlarıyla şöyle:
“Tıpkı BDP yönetiminin en yetkili ağızlarından çıktığı gibi süreçte durum ‘kritik’. Ateşi sürekli kontrol edilmek ve düşürülmek zorunda olan kronik bir hasta gibi ilgiye muhtaç. Provokasyon ve kaza oranı çok yüksek.
Hükümetin önündeki en büyük problem sorunun çözümüyle ilgili demokratik zihniyet. Örgütün içinde problem çok fazla. Dağda olanların meşru siyaseti kabullenmesinde hala büyük direnç var. Türkiye’de siyasi zihniyet evrim geçirirken örgüt kendini geliştiremedi.
MİT yasa teklifini anayasa değişikliklerini de gerektiren bazı köklü düzenlemeleri içeren yeni tasarılar da izleyebilir. Teklifteki asıl amaç ise teşkilatın 17 Aralık süreciyle kendini çok ağır biçimde gösteren acil ihtiyaçlarını karşılamak...
Güvenlik bürokrasisi, dinleme konusunda da ilerleyen dönemde bambaşka bir modelde odaklanıyor. Bundan kasıt, Ankara’da MİT’in kullanacağı ve ‘irtibat merkezi’ olarak nitelenen, istihbari dinlemeleri yapacak bir merkez
Önce bazı olayları sıralayalım: Reyhanlı patlaması öncesi istihbaratın, bombalı araçların plakalarını vermesine rağmen harekete geçilmemesi, Paris’te 3 PKK’lı kadının öldürülmesine ilişkin olarak ortaya dökülen, olayı MİT’le ilişkilendiren belgeler, MİT görevlileri kontrolündeki TIR’lara yönelik baskınlar, yasadışı telefon dinlemeleri arasından MİT Müsteşarı’nın özel kaleminin ve iki danışmanının da çıkması.
Ve uzun bir zaman dilimine yayılan bu olayların tam ortasında 17 Aralık operasyonu...
Hükümet çevreleri, büyük tartışmalara yol açan ve MİT’e geniş yetkiler tanıyan yasa teklifinin, bu süreçte apar topar Meclis’e getirilmesinin ardında yatan önemli nedenleri böyle sıralıyor.
MİT yasa teklifinin, tam
Başbakan Erdoğan’ın Ankara Subayevleri’ndeki evi ve Başbakanlık Resmi Konutu’ndaki ofisinde yapılan aramalarda iki böcek bulunmuş ve soruşturma başlatılmıştı.
Ankara toz duman. Son olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan’ın arasında geçtiği öne sürülen; Başbakanlık’ın, “ahlaksız bir montaj” olarak nitelendirdiği ses kaydı, haftalardır devam eden gerilimin daha da tırmanacağını gösteriyor.
Bütün bu olup bitenler arasında Başbakan’ın böcek diye tabir edilen cihazlarla dinlenilmesi olayında önemli tespitler var.
Hatırlanacağı gibi, Başbakan’ın biri Subayevleri’ndeki özel konutunda, diğeri ise Başbakanlık Resmi Konutu’ndaki çalışma odasında olmak üzere iki böcek bulunmuştu. Aralık 2011’de bulunan böceklerle ilgili soruşturmanın hızlandırılması ve bazı faillere ulaşılması ise, 17 Aralık sonrası zirve yapan hükümet-cemaat kavgasının en sıcak olduğu döneme denk geldi.
Kriptolu telefonun altında
Cezaevinde, her gece, el ayak çekilip herkes yalnızlığıyla baş başa kalınca karanlıktan sesler geliyor.
Duvardaki oğlunun resmiyle her gece konuşan, birkaç yıl içerisinde yaşamı ya da yaşamsızlığı bütünüyle değişen bir adamın sesleri.
Cumhurbaşkanı dahil devreye giren neredeyse kimse kalmamışken, hâlâ her gece duvardaki resimle yüzleşmek zorunda kalan Fatih Hilmioğlu’nun dava arkadaşı Tuncay Özkan’ın anlatımına göre, vücuduna yavaşça yerleşen kanserden de tehlikeli olan hocanın psikolojisi.
Hilmioğlu, Ergenekon soruşturması kapsamında 16 Nisan 2009’da tutuklanmadan önce de hastaydı aslında. Kronik karaciğer rahatsızlığı Hilmioğlu’nun ailesi tarafından da biliniyordu. Ancak cezaevine girdikten kısa süre sonra geçirdiği yüz felci, rahatsızlığı nedeniyle uygulanan tedavinin biçimi bu hastalıkları ilerletti. İleri derecede siroz riskiyle karşı karşıyaydı artık.
İlerleyen dönemde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ve Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastaneleri’nde muayene edilen Hilmioğlu’nun kanser olduğu anlaşıldı. Bir başka deyişle, vücudunda bu saptamanın yapılmasına neden olan tümörlere rastlandı. Farklı yerlerden alınan sağlık kurulu raporlarında, tedavisinin cezaevinde
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, El Cezire’ye verdiği mülakatta yer alan Ak Parti’deki 3 dönem kuralına ilişkin yanıtı Ankara kulislerinde tartışılıyor.
Erdoğan, söz konusu yanıtında şunları söyledi:
“Partimizde kuruluşta aldığımız prensip kararı, 3 dönem arka arkaya milletvekili olan, bir dönem ara vermek durumundadır. Ondan sonra tekrar aday olabilir. Bu kararı değiştirebilecek merci de partimizin Genel Kurulu’dur. Başka bir merci de bunu değiştirmez. Ben, kendim böyle bir teklifi asla getirmem.”
Başbakan’ın Ak Parti tüzüğünde yer alan kuralın, “Genel Kurul kararıyla değiştirilebileceğini” söylemesi nedeniyle 3 dönem şartında bir esneme olacağı yolunda hararetli bir tartışma başladı.
Erdoğan’ın yanıtı, 17 Aralık operasyonunun ardından zirve yapan hükümet-cemaat kavgasının, 30 Mart’taki yerel seçimin sonuçlarına da bağlı olarak, Başbakan’ın bundan sonraki kariyer planlaması ve Ak Parti’nin geleceğini ne oranda şekillendireceği ekseninde tartışılıyor.
Dün farklı gazete sütunlarına yansıyan kimi senaryolarda, Gezi olaylarının yarattığı siyasi ve toplumsal atmosferin ardından kafasındaki Cumhurbaşkanlığı modelinden uzaklaşmak zorunda kalan Erdoğan için, “Köşk’e
Anlaşılan o ki çözüm sürecinde hassas bir dönemden geçiyoruz.
BDP-HDP cephesinden gelen ve giderek yoğunlaşan, “yasal zemin” taleplerinin ardından, son uyarı İmralı’dan, Abdullah Öcalan’dan geldi.
Öcalan; Pervin Buldan, İdris Baluken ve Sırrı Süreyya Önder’den oluşan heyetle yaptığı son görüşmede, çözüm sürecinde gelinen noktada, iktidarın sadece kendi güvenliğini sağlamaya dönük, tek taraflı paketler hazırladığını, bunun bir provokasyon olduğunu öne sürdü.
“Lazım olan, toplumsal sözleşme güvencesiyle yürüyecek bir demokratikleşmedir. Hükümet, seçim bahanesine sığınarak meselenin ciddiyetinden uzak bir noktaya savrulmaktadır. Bu tutumunu acilen değiştirmemesi durumunda sürecin bitmesinin en önemli sorumlusu olacaktır. Bunun için acilen müzakere heyetleri oluşturulmalı ve demokratik sözleşme hukuku esas alınmalıdır” dedi.
Dün Meclis’te konuşan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da dozu biraz daha artırarak sürecin, “koptu-kopacak” bir noktaya geldiğini belirtti.
Çözüm sürecinin güvenliğiyle ilgili tek bir yasa bile çıkarılmadığını belirten Demirtaş, “Aylardır söylüyoruz. Çözüm süreci koptu kopacak. Sabırlar taştı. ‘Barışı getireceğiz’ dedin. ‘Biz, 21 Mart’taki
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’yi yüzlerce kez mahkum etmesine neden olan DGM’ler kaldırılırken Milliyet’in manşetinde, “Sadece levha değişti” ifadesi vardı.
Bu bakış açısının doğruluğu süreç içerisinde anlaşıldı.
Yerine kurulan özel yetkili mahkemeler (ÖYM) kaldırılırken de iki yönlü bir eleştiri yapıldı.
Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ile yetkili mahkemelerin aynı yetkileri taşıması ve ÖYM’lerin baktıkları davalar bitene kadar görev yapmayı sürdürmesi.
Bugünlerde bir yandan TMK ile kurulan mahkemeler kaldırılırken, diğer yandan ÖYM’lerin karara bağladığı Balyoz, Şike gibi davalar için yeniden yargılama yolunun açılması için çaba gösterilmesi bu eleştirilerin de doğruluğunu ortaya koydu.
Artık bir şeyin değişmeyeceği duygusu hücrelerimize yerleşmişti ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sadece ÖYM’lerin değil DGM ve ÖYM’lere ruh veren TMK’nın bütününün kaldırılacağını açıkladı.
İşte o zaman yıllardır hasret kaldığımız gerçek bir yargı reformunun yapılacağı umudu doğdu.