Danıştay’a yönelik tarihe geçen saldırı gerçekleştirildiğinde takvimler 2006’yı gösteriyordu.
Tetiği çeken Alparslan Arslan, olaydan hemen sonra yakalanmış, bağlantılı olduğu kişiler birkaç gün içerisinde açığa çıkartılmıştı.
Çok değil 1 yıl sonra Türkiye, yepyeni bir operasyon ve aylar sürecek dalgalarıyla tanıştı: Ergenekon.
Ve sonra, aslında Arslan’ın da Ergenekon’un üyesi olduğu, Danıştay saldırısının da bu örgütün işi olduğuna yönelik iddianameler hazırlandı.
Arslan hakkında Ankara’dan çıkan ağırlaştırılmış müebbet kararı bozuldu, davalar birleştirildi.
Ergenekon o kadar boyutlandı ve çerçevesinden çıktı ki, Arslan ismi bile hatırlanamaz oldu.
Kendimize özgü yargımız ve yargı düzenlemelerimiz ise, bütün bu maceranın sonunda bizi şöyle bir yere getirdi:
17 Aralık operasyonunun yargı ve emniyet odaklı artçı sarsıntıları Türkiye’nin klasik manada seçim ortamına girmesini bugüne kadar engelledi.
17 Aralık, bir yandan da 30 Mart yerel seçimini son yılların en kritik seçimlerinden biri haline getirdi. İktidar partisinin yakalayacağı ya da yakalayamayacağı oy, Ankara siyasetinin nasıl şekilleneceği konusunda önemli ipuçları verecek.
Seçimlere dönük anketler yavaş yavaş yoğunlaşıyor.
Son anket KONDA’dan geldi.
Ankete göre Ak Parti’nin hali hazırdaki oy oranı yüzde 47,7. Bunu yüzde 28,2 ile CHP izliyor. MHP’nin oy oranı yüzde 14,4. “Diğer partiler” ise yüzde 3,7.
Anketin BDP için gösterdiği oran ise yüzde 5,9.
30 Mart seçimlerinin sonuçları, diğer yandan da, çözüm sürecinin önemli aktörlerinden biri olan BDP’nin bu süreçteki rolünün sandığa nasıl yansıyacağı konusunda elimizde önemli bir ölçü vermiş olacak. HDP aşısının ne kadar tutacağını da ortaya koyacak.
Hükümetin, özel yetkili mahkemeler (ÖYM) ve Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 10. maddesiyle kurulan mahkemelerin kaldırılarak, buralarda görülen davaların genel yetkili mahkemelere taşınmasına yönelik kararı, “Orduya kumpas kuruldu” açıklamaları çerçevesinde, askerin, yeniden yargılama beklentisini bir kez daha gündeme getirdi.
Hatırlanacağı gibi, 17 Aralık operasyonunun ardından hükümet çevrelerinden gelen “Milli orduya da kumpas kuruldu” yolundaki değerlendirmelerin ışığında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, konuyu Milli Güvenlik Kurulu zeminine taşımıştı.
Özel, MGK sonrasında da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’la TSK personelinin yargılandığı davalar konusunda hem uzun tutukluluk ve uzun yargılama hem de hukuka uygun işlem ve uygulamalara ilişkin hassasiyetini paylaştı. Özel’in, TSK’nın her düzeydeki çok sayıdaki personelinin yargılandığı davalarda; delil üretimi, tapelere eklemeler yapılması, bilgilerin basına sızdırılması iddiaları, kamuoyunun algısının yönlendirilmeye çalışılması ve suçun şahsiliği ilkesinin ihlal edilmesi gibi başlıkları, bu konudaki farklı hukuki yorumları gündeme getirdiği, hakkaniyet ilkesine vurgu yaptığı ve
İstanbul’da, Esenyurt MHP seçim irtibat bürosu önünde meydana gelen ve basın görevlisi Cengiz Akyıldız’ın yaşamını yitirmesine neden olan kavganın ardından önünün hemen alınması gereken birtakım gelişmeler yaşanıyor.
Sosyal medyada BDP merkezlerine protesto yürüyüşü için örgütlenme faaliyeti gibi.
Hükümet-cemaat krizi nedeniyle zaten sinirlerin yay gibi gerildiği bir siyasi atmosferde MHP ile BDP teşkilatlarını karşı karşıya getirecek bir dalgalanma herhalde bu memlekete yapılacak en büyük kötülüklerden biri olur.
Dün Meclis’teki konuşmasında bu konuda üst perdeden bir uyarıda bulunan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, grup toplantısı sonrasındaki sohbetimizde de hassasiyetini dile getirdi.
MHP’ye yönelik saldırının BDP’yle hiçbir alakası olmadığını yineleyen Demirtaş, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, “karşıt görüş” eleştirilerini de değerlendirerek şu ifadeleri kullandı:
“Bahçeli serinkanlı davranıyor”
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Meclis’te büyük kavgalara neden olan Ak Parti’nin HSYK teklifinin hükümet tarafından dondurulmasının ardından bundan sonra izlenecek yola ilişkin çağrısını yaptı. Çiçek, “Uzlaşma Komisyonu için çağrıyı yapıyorum. Dolayısıyla, belki partilere bir konuşma yapmam gerekiyor yarın, öbür gün. O zaman gelirler, otururlar, çalışırlar. Tercihen komisyonda (Anayasa Uzlaşma Komisyonu) görev yapmış olanlar olursa epey mesafe kat edilmiş olur. Çok büyük ölçüde mutabakata varılmış bir metin zaten var. Sıfırdan tartışmak yerine yüzde 98 uzlaşılmış bir konu ortada dururken yeni bir arayışa girmek yerine gelin bu konuyu konuşalım, kökten çözelim” dedi.
Çiçek, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “Sayın Çiçek yeni bir uzlaşma komisyonu oluşturmak isterse bunu anlayışla karşılarız ve arkadaşlarımızı görevlendiririz” sözlerinin ardından, beklenen çağrıyı yaptı. Milliyet’e konuşan Çiçek şunları kaydetti:
* SIFIRDAN TARTIŞMAYALIM: CHP beni gece aradı, dedi ki, ‘Cuma, cumartesi, pazar çalışma kararı var, gergin ortamda çalışma yapmasak, ertelesek’. O arada bazı görüşmelerim oldu, sonuçta cuma günü sabahleyin bir toplantı yaptık. Bu teklifte sadece HSYK yok, bir de Adalet
Haftalardır Türkiye gündeminin ana maddesi olan, HSYK’nın yapısını tümden değiştiren ve Adalet Bakanı’nı kurul üzerinde en etkili makam haline getiren teklifle ilgili olarak son 48 saatte sıcak gelişmeler yaşandı.
Hemen belirtelim ki, bu gelişmelerin odak noktasını Cumhurbaşkanı Abdullah Gül oluşturuyor.
Gül, HSYK teklifinin ortaya çıktığı ilk günlerde, kurulu neredeyse yürütmeye bağlamakla eleştirilen düzenlemelerin kopardığı ve koparacağı kıyameti görerek Çankaya Köşkü’nde hem muhalefet liderleri hem de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la masaya oturmuştu.
Gül, muhalefeti de dinledikten sonra hükümete, teklifin bu haliyle sorunlu olduğu, uzlaşma ile yapılacak bir anayasa değişikliğinin hem siyasi tansiyonu düşüreceği hem de Türkiye’yi dışarıda zor durumda bırakmayacağı mesajını vermişti.
Aslında Gül’ün bu mesajını sadece bir, “telkin ya da tavsiye” olarak nitelendirmek mümkün değildi. Çünkü Cumhurbaşkanı, hükümet-cemaat kavgasının Türkiye’yi oradan oraya savurduğu böyle bir dönemde, masasına, kısmen bile veto edecek olsa kendisini de tartışmaların parçası yapma riski taşıyan bir HSYK düzenlemesinin gelmesini istemiyordu.
Gül’ün bu girişimlerinin ardından Başbakan
Suriye’de, rejime bağlı askeri hastanelere işkence tezgâhlarından geçtikten sonra ölü olarak getirilen rejim muhaliflerinin fotoğraflarını 2011’den bu yana çeken, orduda görevli, Sezar kod adlı askeri polisin yaptığı malumun görüntülerle ilamı.
Oğul Esad’ın baba Esad’dan devraldığı, muhalifi en acımasız yöntemlerle yok etme geleneğini Suriye’deki iç savaşın çok çok öncesinden ilham aldığını bilmeyen yok zaten.
Bu büyük vahşette insanlık dramı açısından söylenebilecek çok şey yok.
Fotoğrafların ortaya çıkışı doğal olarak zamanlama açısından bazı soru işaretleri ve cevapları barındırıyor.
Biz, içeride paralel devlet fırtınasına tutulmuşken, dışarıda ciddi taktik savaşları sürüyor.
Rusya ve ABD, Esad rejimi ile muhalifleri bir masada buluşturacak olan Cenevre-2 toplantısı öncesinde birlikte ve ayrı ayrı ince hesaplar yapıyorlar.
Kimyasal silah badiresini Rusya’nın girişimi ile atlatan Esad, Cenevre-2 öncesinde uluslararası dolaşıma sunduğu kimi videolarla, muhalif grupları, tabii ki ve özellikle radikal İslamcıları batı dünyasının korkulu rüyası yapmaya devam ediyor.
PKK’lı Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in, Paris’te, 9 Ocak 2013’te öldürülmesinin yıldönümünde ortaya çıkan bazı belge ve ses kayıtlarına ilişkin tartışma, kimi gelişmeler eşliğinde sürüyor.
Son habere göre Fransız soruşturma hâkimi Jeanne Duye, davanın tek tutuklu sanığı durumunda olan Ömer Güney’e ait olduğu iddia edilen ses kaydını soruşturma dosyasına dahil etti.
Ses kaydına ait videonun girişinde, Ömer Güney’in bir yakınına ait olduğu öne sürülen, 50 saniyelik bir yazı var. Yazıyı yazan kişi Güney’in cinayet talimatını MİT’ten aldığını iddia ediyor.
İnternete düşen bir de belge var. Belgenin içeriği, MİT’in PKK’nın önde gelen isimlerine dönük öldürme planı yaptığı ve bunu bir tim aracılığıyla gerçekleştirmeyi hedeflediği yönünde.
Ses kaydı ve belge konusunda MİT’in yaptığı açıklamada şöyle deniliyordu:
“Söz konusu yayınların, çözüm sürecinde aktif rol üstlenen teşkilatımızı yıpratmaya ve bu süreçte görev alan personeli deşifre ederek görevlerini yapamaz hâle getirmeye yönelik bir operasyon olduğu değerlendirilmektedir. Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan cinayetleriyle teşkilatımızın kesinlikle bir ilgisi bulunmamaktadır. Bununla birlikte